17 Kasım 2014 Pazartesi

Ufacık bir söz tüm sıkıntıları dağıtabilecekken, sözünden sakınmak ne için?? Canın sağ olsun. Vicdan en iyi adalet ise sonum selamettir Allah'ın izniyle.

15 Kasım 2014 Cumartesi

Insanın yüreği ne kadar genişleyebilir ne kadar Allah'ım??? Allah'ım bu yürek ne kadar dayanabilir? Ne kadarını kaldırabilir? Ne kadar dayanabilir? Sen bana yardım et Allah'ım sen bana yol göster sen bana dayanma gücü ver Allah'ım!

13 Kasım 2014 Perşembe

Sen uyuyorsun, bense ağlıyorum. Beni yanında istemediğin için belki, belki yüzüme bile bakmadan git deyişinden, belki giderken ben arkamdan gelmeyişinden bilmiyorum. Oda da oturmuş ağlarken ve bu satırları yazarken senin nefes alıp verişini duyabiliyorum. Uyuyorsun.. Bense nefesin eşliğinde ağlıyorum.. İyi uykular sevgilim umarım görmek istemediğin ben rüyana girerim!

12 Kasım 2014 Çarşamba

Gözümün içine bak ve sor. Hiç birşey yokmuş gibi sor. Allah'ım sabır taşı olsa çatlar yemin ederim çatlar. Bana bir sabır verdin dayanıyorum. Lakin gücümü aşıyor yüreğim darlandı, yüreğim kaldırmıyor. Yüreğimin dayanabileceğini ver Allah'ım. Dayanabileceğimin üzerinde sıkıntı verme Allah'ım. Bana lütfen yardım et, et ki dayanayım. Sabrımın sonuna geldim kendimi biraz daha tutabilmem için bana yardım et. Ağzımı açarsam kötü olacak biliyorum. Sessizliğimi korumam için güç ver bana.

5 Kasım 2014 Çarşamba

Tam geçiyor sinirim öyle birşey yapıyorsun ki tüm öfkem geri geliyor. Sanırım yaptığını hiç affetmeyeceğim!

4 Kasım 2014 Salı

Nasıl daraldıysam attım kendimi sokağa. Deli gibi yürüdüm. Nasıl hızlı yürüdüğüme vardığım yere gelince şaştım kaldım. İyi geldi ama. Şuan her yanım ağrıdığı halde şikayetçi değilim. Fiziksel bir acı ruhsal sıkıntıyı bastırabiliyor. Tekrar teyit etmiş oldum. Çok şükür.

3 Kasım 2014 Pazartesi

Her duruma uygun bir laf vardır

'Gamsız sığır kasap bıçağını yalarmış.' gibi

Turgut Uyar'ın dediği gibi..

Şimdi akşam olur, sular buruşur
Bir yastığa baş koyarım güvertede.
Hangi dilden olursa bir şarkı isterim.
İçimde kırık dökük besteler dolaşır.
Kalbim avucumdadır artık,
Bir sahilden sesler gelir, kaybolur.
Uzun uzun nefes alır sular.
Uzun uzun ağlamak isterim.
Küçükken koşarak aynalara çarpardım. Öyle hızla vururdum ki alnım yumurta gibi şişerdi. Büyüdüm...yine durmadan kendime çarpıyorum. Kendi kendine duvar örer mi insan? Hadi ördün gidip gelip toslar mı? Tek fark kafam değil yüreğim şişiyor. İyice şişip, balon gibi patlasa bari!
Yanyana koyupta halimi anlatacak kelime bulamadım. Yazmak bile çare olmuyor bazen.
Allah'ım yaşamak için ufak bir neden ver lütfen.

2 Kasım 2014 Pazar

30 Ekim 2014 Perşembe

İçimde kocaman bir sıkıntı var. Durmadan dua ediyorum. Nefes almamı engelleyen gırtlağıma çöken iğrenç bir sıkıntı. Allah'ım sen yüreğimi ferahlatmama yardımcı ol. Sen beni ve aklımı koru âmin.

27 Ekim 2014 Pazartesi

Canından çok seversin, canını çıkarır. Yine de bıkmadan usanmadan seversin, üzülürsün, ağlarsın, geberirsin ama bilmez, bilemez..! Gram hissetmez ya ne hissettiğini ölesin gelir, işte öyle birşey. En iyisi uyumaktır hiç uyanmamak için dua ederek. 

20 Ekim 2014 Pazartesi

...

Eğer bir şeyin çaresi yoksa, o şeyi yok saymak en iyisi..

Durup düşünmemek lazım. 

Teyit etmemek lazım. 

Bilmek yeter, öteye gitmemek lazım.


Yapacak bir şey yoksa boşver gitsin..

Boşverdim gitti..

28 Eylül 2014 Pazar

İlahi adalet Allah'ındır!

Kişi hep kendine yontar. Ne kadar seni anladığını düşünürsen düşün, bir an gelir döner sırtını. Neden? Çünkü bencildir insanoğlu. Başına gelmeyen şeyi anlamak istemez yada biraz yumuşatalım anlayamaz diyelim. Nedeni ne olursa olsun sonuç değişmediğinden can sıkıcıdır. Değişik bir duygu durumu içerisindeyim. Bozuk değilim, kırgında garip bir hal işte. Biraz şaşkınlık var aynı zamanda çokta şaşırmamış bir durumdayım. Dedim ya garip bir hal. İçsel bir sorgulama yapıyorum. Aslına bakarsanız güzelde bir durum, içten içe gülümsetiyor. Bazı durumlarda mücadeleyi seviyorum herhalde gülme sebebim bundan. Elim sağlam belki de bundan. Aklı olan için durumum gayet hoşnut olunacak bir hal. Haklı olduğum zamanlarda verdiğim mücadelenin karşılığını çok şükür hep aldım. Belki bu nedenle bir rahatlık var üzerimde. Güya umursamayan insanın Pazar sabahı yaşadığı huzursuzluğu gördüm. İyi de oldu. Lafıma gelecek olduğunu adım kadar net biliyorum. Bildiğim birşey daha var sabaha kadar vaktim olduğu. Sabaha kadar bir karar verip o doğrultuda hareket etmeliyim. Elinden gelen herşeyi yapmış olmanın rahatlığı anlatılmayacak kadar güzel bir duygu. Ha bu bazen sonucu değiştirmez belki ama bilirsiniz ilahi adalet Allah'ındır. Ve onun adaleti asla şaşmaz!

22 Eylül 2014 Pazartesi

........


Berbat bir geçen hafta,
Berbat bir hafta sonu,
Berbat bir hafta başlangıcı…
Bağıra bağıra ağlayasım var.

Durumumda emeği geçen herkese teşekkürler!

19 Eylül 2014 Cuma

.....



Yalan söylediğini bildiğin kişiyi dinlemek zevklidir demiş biri.. 
Nesi zevkli?
Baya bir dinledim lakin sinirimi bozmaktan öteye gitmedi.
Ha bununla ilgili bir şey dedim mi? 
- Hayır demedim.
Diyecek miyim?
- Hayır
Yedim mi? 
Yok abi yemedim.
Ha birde normalde kısa konuşan insanların yalan söylerken uzun uzadıya konuşmaları ve konuşmak istemeleri paha biçilemez!
Ama bir gün bin beter edicem seni yemin olsun!!!!

16 Eylül 2014 Salı

Tek kişilik miydi ki bu şehir, sen gidince bomboş kaldı..

Her gidişinde boşalıyor şehir..
Kuşlar gidiyor,
Çok sevdiğim bulutlar hızla geçip gidiyor,
Sen gidiyorsun ya..
Herkes gidiyor, her şey duruyor.
Durmadan aklımdasın, düşüncelerin biri geliyor biri gidiyor.
Ne yaptığını, gözünün neler gördüğünü tahmin etmeye çalışıyorum.
Özlem içimde kocaman bir taş gibi.. ezip geçiyor yüreğimi..
Okurken gülersin bilirim.. gözlerinin yanında 3 çizgi belirir…
Birkaç günlüğüne gittim diyiverirsin gülerek..
Bilmezsin o birkaç günün benden neler götürdüğünü, ne kadar özlediğimi, seni nasılda beklediğimi..
Uzundur gece sigara içmiyordum, dün içtim..
Gökyüzüne baktım, seni düşündüm, seni özledim..
Sonra seni görmek için bir uykudan binbir rüyaya yattım..
Gördüm de..
Gülerek baktın yüzüme… sarıldım içime çektim kokunu, nefesim oldu kokun..
Uyanmak istemedim senin olmadığın bu şehirde bir sabaha..

Çünkü tamda şairin dediği gibiydi her şey.. sanki tek kişilikti bu şehir ve sen gidince boşalıyordu..

14 Eylül 2014 Pazar

Tam tahmin ettiğim gibi...

Annem yine gidiyor. Gitmesen de anneannem gelse dedim. 'Ay ne saçma sapan konuşuyorsun, ne yapacak bize gelince...' Diye başlayan söylenme hâli devam etti bir süre. Sustum. Odama kapandım 2 saat falan uyudum. Uyandım yemek yedik. Yemekten sonra dayanamadım ve bir kez daha şansımı denedim. Saçmalıyormuşum... Bir süre daha sessiz kaldıktan sonra yine başladım 'sen olmayınca çok kötü oluyorum anne'... Cevap gecikmedi 'yaaa çok yanımda durursun ya v.s.v.s' olsun özlüyorum seni dedim. Ağzımın payını verdi tam tahmin ettiğim gibi...
İçim daralıyor. Yine odama geçtim. Annem hala söyleniyor 'oturmaktan sıkılıyormuşum, iş yapsam böyle olmazmış' falan filan. Üstelik sende gidiyorsun. Sende gitmeden annemin gidişine üzülmemle dalga geçtin. Oysa ben senin gidişine de üzülüyorum. Niyeyse sende annem gibi kendime oyalanacak birşeyler bulmamı söylersin. Bense sadece özlediğimi söylüyorum. Özlemenin de çaresi bulunmuş, ev işi yaparsan vaktin kalmazmış. Dünyadaki tüm vakitler dolsa yine özlerim bunu bilen yok. 

Buarada haberin olsun ben dünyada en çok seni özledim sevgilim. Gidişinle bir şehir boşalacak bunu bilmek bile yeterince kötü benim için. Neyse boşver....

9 Eylül 2014 Salı

ŞOSTAKOVİÇ



Sabah sabah kitap okurken aklıma birden bire geldi. Dmitri Dmitriyeviç Şostakoviç..
Bir çok bestesini dinledim, bir çok oyunda etkileyici müzikleri eşlik etti gösterilere..
Saatleri aşan besteleri dinlerken,  bazen hiç bitmeyeceğini ve dünyayı bir anda bu müziğin kaplayacağını düşündüğüm anlar olmuştur.
Kesintisiz devam eden müzikleri insanın yaşabileceği her türlü duyguyu ifade eder. Bundan mıdır bilinmez insan dinlerken biraz da ürker.. İçinde durmadan çalan bir melodiyi herkesin aynı anda dinlemesi ürkütücü gelir. Bir senfoninin ortalama 1 saat sürdüğü düşünülürse, o 1 saatlik dilimde bin bir duyguyu yaşamanız mümkündür. Kısacası içinizden geçen sesleri bir de dışarıdan bir ses olarak duymaya hazırsanız dinlemenizi tavsiye ederim. Yürek dağladığı su götürmez bir gerçektir.




8 Eylül 2014 Pazartesi

Sabır.. Ya Sabır!

Allah bazı insanların suratından nuru, bedeninden de mutlu olma halini söküp alıyor. Baktığında sevimsiz bakışlarını görmen bundan. Bu aslında kişiye verilmiş ceza hali. Herşeyi olan insanlarda görülen bir tür lanetlenme biçimi. Herşeyi var ama mutsuz, her şeyi var ama yüzü bir türlü gülmez. Bu tip insanları genelde şikayet ederken görürsünüz. Sabah mutsuz uyanırlar. Hemen hepsinin altında arabası vardır. Bilmezler yürüyerek yola çıkanların azmini, yada otobüs kuyruklarında işlerine gidebilmek için çaba sarf edenlerin sıkıntısını. Başlarını sokacak evleri de vardır lakin orada da huzursuzdurlar, orada da mutsuz. Somurtarak bindikleri arabalarında müziği açar, hayatta varmak istedikleri bir nokta varmış gibi (varmış gibi çünkü böyle bir yer yoktur) hızla gelirler işe.. Asık suratları yerde öfleyerek yanınızdan geçerler. Mutlaka dertleri vardır, yaratırlar. Yapabildikleri tek şey de budur. Ya trafikten, ya hafta sonu gittikleri mekandan, ya eşinden ya arkadaşından mutlaka ama mutlaka anlatacakları kötü bir hikayeleri vardır. Bunlardan birisinin olmadığı durumlarda da bir yerleri ağrır bu insanların. Ya midesi, ya sırtı, ya ayağı, ya başı.. Bir baş ağrısını bile kanser olmuşcasına felakete dönüştürmeyi iyi becerirler. Etraflarındaki insanlar bunlardan bezse de dinler niyeyse.. halbuki biri zinciri kırıp ‘ya arkadaş belanı mı arıyorsun?’ diye sorsa belki de akıllarına gelir kendine bakmak. Ama öyle değil, etrafta çanak tutar bu oyuna. Böyle insanlar sanki bu halleriyle yeterince çekilmez değilmiş gibi bir de kıskançlıkları vardır. Sürekli yakın çevresine bakıp, kimin neyi var sayar durur, onun şusu var bunun busu var.. aynısından kendinde de olmasına karşın gözü hep başkasınınkindedir. Kendilerini bu hırsla yer bitirirler. Sanmayın ki hırslanıp bunun için çalışırlar. Hayır. Onlar sadece oturup şikayet ederler, istediklerini hep bir başkası önlerine hediye paketiyle sunsun isterler. Sunulsa da bundan da mutlu olmazlar, hep daha fazla, hep bana durumları onları felakete sürükler. Şükretmek gibi alışkanlıkları olmadığındandır belki de bu lanetlenmiş halleri. Allah böylesine sınırsız açar kapısını ama içinden de söker alır farkına varma halini sonrası kocaman bir mutsuzluk. Keşke kendilerine verdikleri mutsuzlukla bir başlarına yaşasalar diye düşünürüm hep. Ama böyle de olmaz.. Yaptığımız hangi günahın bedeliyse, yüzünü görmeye, sesini duymaya, sızlanmalarını dinlemeye mahkum oluruz çoğu zaman. Bela gibi sızarlar hayatımıza, kene gibi tutunurlar. Bazen isteseniz de kurtulamayacağınız bağlarınız olur, sırtınızda yaşarlar, kamburunuz olurlar… Bu dünyada çektiğiniz çile belki öbür tarafta mükafata dönüşür umuduyla tahammül edersiniz.. Belki de benim gibi içinizden durmadan ya sabır dersiniz.

5 Eylül 2014 Cuma

Bize Hasan Sabbah'ın fedaileri lazım!

İçim şişti mutsuz insanlardan. Bende çok mutlu dolanmam belki ama bu kadar da değil dedirten insanlarla dolu etrafım. Sürekli şikayet, sürekli ağlama, sürekli dert – keder… İnsanın bir kapasitesi var. Belirli bir miktarını alabiliyor, üzeri bunalıma sürüklüyor. Bir bakıyorsun sistem sana uyacağına sen sisteme uymuşsun. Mutsuzluk bulaşıcıdır der ablam. Çok doğru. Bulaşıcı bir hastalık mutsuzluk. Tahammül gücü her geçen gün azalıyor insanlarda kimse kendini karşındakinin yerine koymadığı için hep haksızlığa uğrayanın kendisi olduğunu düşüyor. Oysa bir empati yapsa tüm sıkıntı ortadan kalkacak. Ama yok zor olan bu.. Bunun yerine kıyaslamak, kendini haklı görmek, karşısındaki insanı küçümsemek üstelik bundan keyif almak gibi saplantılı bir yaklaşım dalgası sarıyor dünyayı. Zinciri kıracak tek bir fedai de yok ki sistem değişsin.. Belki de Hasan Sabbah’ın fedaileri lazım, inanması ve hepimizi kurtarması için…

27 Ağustos 2014 Çarşamba

Bağırdıkça kazanacaksın sevgilim...

Beşiktaş - Arsenal karşılaşması...
Ağızda kürdan, gözler fal taşı, eller başın arkasında çapraz kavuşturulmuş...

Kalabalığın sesinden çok senin sesini duyuyorum. Rakı kadehi bir kalkıyor bir iniyor. Sanırsın ki babanın oğlu:) kendi yazdığıma kendim gülüyorum. Sen bağırdıkça gol olmuş sanıyorum. Ortada birşey yok. Paso alkış paso tezahürat... Komiğime gidiyor. Aklıma dünya kupasını izlerken ki halin geliyor. Adamlar kendi takımları olduğu halde senin kadar bağırmıyordu. Tabi bu durum seni kesmemişti. Hollanda maçında olduğu gibi hareket istiyordun. Kavga çıksın, ses yükselsin... Komik geliyor izlerken. Oyuncuların parasını mı verdi? Diye düşünmeden edemiyor insan. Yada maç başına para alıyor diye düşünmeden edemiyorum.. Yüzündeki ifadeyi görmeni isterdim. Kıpkırmızı oldun. Ağzındaki kürdanı çevirmekten parçaladın. Şu strese bak.. Gözlerin gözlük camlarından dışarı fırlıyor. Maçın 30. Dakikası daha ne alkış ne bağırmalar duyarım (şimdi çıldırdı adam). Belki de bağırdıkça kazanır takım.. Uzaktan Beşiktaşlı olarak bende sevinirim:)

25 Ağustos 2014 Pazartesi

Gün sonu notu;

Yerinde olmak istemediğim insanlar var. Onlara o kadar üzülüyorum ki, üzülmeme üzülüp kendi yerimde de olmak istemiyorum.

21 Ağustos 2014 Perşembe

İyi niyetimden öleyim inşallah...


Bi not daha

Sinirimden kuduruyorum. Dilim kopsaydı ne iyi olurdu?  Nefret ediyorum kendimden, sebebine de kocaman bir teşekkür. İyi bok yaptın!

Hatırlatma!

Diye sana bir not yazmıştım sildim. Neden mi? Bir şey 10000 kere söylenmez de ondan!

Ufak bi not

Nefret ediyorum demiş miydim? 
Dedim evet.

20 Ağustos 2014 Çarşamba

Rüyada hasret gidermek diye birşey varmış...


Tam anımsamıyorum, bir şekilde geliyor ve sarılıyor... Saçları kısacık aynı gitmeden önceki gibi. Yüzüne hasretle ve gülerek bakıyorum. 'Neden öyle bakıyorsun?' diyor.. Özlemişim diyorum..

Özlemek ki ne özlemek? Doyamayacağımı bilsem de bakıyorum...

Fatih var bir de.. Fatih oyun oynuyor, o da ona birşeyler söylüyor. Duymuyorum, duymak istemiyorum, düşünmek istemiyorum..

Sadece bakıyorum.. birden arkasını dönüyor.. tedirgin değilim gidecek diye.. tekrar geliyor tekrar sarılıyor, gülüyorum, gülmediğim tüm anlara inat,

Derken bir ses bölüyor uykumu.. hadi kalk artık...

Yok imkan yok kalkamam, bir kez gördüysem yine görürüm diye yatıyorum. Bu kez odanın kapısını kilitliyorum ki gerçek dünya girmesin araya.

Nereye gittin diye soruyor.. Önemli değil diyorum.. Rüya olduğunu, ben uyanırsam yok olacağını bilsin istemiyorum.. duruyoruz öylece, herşeyin durduğu gibi, bir zamanlar tüm saatlerin durduğu gibi...

Birden çalmaya başlıyor na se kalaaa..



Gülümseyerek gözlerimi kapatıyorum... müziğin sesi artıyor, artıyor... gözlerimi açıyorum, gözleri kapalı gülümsüyor az sonra yok olacağını bilmeden... sessizce gözlerimi açıyorum, bu sefer yok edenin ben olduğumu bilerek, işe gitmek için kalkıyorum.





13 Ağustos 2014 Çarşamba

Sevgilime Not..



Kalbinin benimle olduğun zamanlardaki gibi atması için kilometrelerce koşman gerekir..

Aşkla sevdiğime...



Belgin, dansözdür..
Bir gece dansözlük yaptığı mekana polis baskını olur..
Baskın haberini alan Ali kumar masasından kalkıp, kapının dışına çıktığında, Belgin'i polisler araca götürüyordur...
Yanyana geldiklerinde Belgin düşecek gibi olur, Ali kolundan tutar. Polisler Ali'yi itip, Belgin'i karakola götürürler. Ali durur mu..? Göz göze gelmişlerdir Belgin'le, aşık olmuştur tek bir bakışa. Atlar aracına gider karakola, hatırlı tanıdıkları koyup araya çıkarır Belgin'i karakoldan.. O gece Belgin'in evinde kalır Ali..
Sonrası mı? Belgin'le Ali evlenirler.. Belgin dansözlüğü bırakıp şarkı söylemeye başlamıştır. Bir gece Belgin sahneden inip kulise geçtiğinde, onu bekleyen kadınla dünyası yıkılır. Kadın Ali'yi ondan çaldığını haykırır Belgin'in yüzüne. Belgin inanmaz.. Ali ona söz vermiştir onu hep sevecek, yalan söylemeyecek, koruyup kollayacaktır. Alisi yapmaz böyle şeyler.. kadını dinlemez, 'yalancısın' der. Üzerini değiştirip odaya geldiğinde, kadın çıkmıştır, geride tek bir fotoğraf bırakarak.. Ali'nin çocuğu ve başka bir kadınla ilişkisini öğrenen Belgin koşarak eve gider..
Sabahın ilk ışıklarında bir bidon benzini cama çıkan Ali'nin gözleri önünde arabaya döküp Ali'nin çok sevdiği aracını ateşe verir... Ali hırsından Belgin'i dövüp, çeker gider.
Sabaha karşı Belgin çocuğunu düşürür.. Ali bir hırsla hastaneye gelir, haberi alınca yine gider.. bu gelip gitmeler devam eder.. 
Kavgalar, tehditler, kıskançlıklar... aşk hep galip gelir, ayrılık diye birşey yoktur..
Belgin'in herşeyden habersiz söylediği şarkıda olduğu gibi..



Dermanım sen oldun Ali'm
Ah kader duman etti
Mahvetti gitti Ali'm
Felek senle ters düştü
Ecelim sen oldun Ali'm 



Sonrası mı? Eceli olur Ali Belgin'in.. Belgin'i vurduğu sırada neler düşündü, Belgin'in aklından neler geçti son kez Ali'nin gözlerinin içine baktığında... Hala aşıklar mıydı birbirlerine.. Yıllar sonra hapisten çıktığında Ali, kuşları çok sevdiğini yazmıştı.. Çünkü kuşlar ihanet etmez insanlara demişti... Asıl ihaneti kim etmişti.. Belkide ölüm, aşka en büyük ihanetti.


12 Ağustos 2014 Salı

Aşk ölümden soğuktur....

Bir aşkın ne kadar ileri gidebileceğini görmek için izlenmeli...


Onu görme bunu duyma..

Gözüm var şükür görüyor, bakmadığımı da görüyor üstelik..

Kulaklarımın maşallahı var...Ardahan'dan konuş, İstanbul'dan ne dediğini söyleyeyim..

Kulağıma kapı - duvar işlemez o derece..

Üstelik bunun için özel bir çaba da harcamam. Bir de harcasam ne olacak kim bilir?

Tüm bunlara ilave enteresan da bir durumum var.. Allah'ın nasıl sevgili bir kuluysam (çok şükür ki), haberim olmadan yapılan ne varsa önüme düşer. Bu haber bazen kişinin ta kendisi vasıtasıyla geldiği gibi, çok alakasız kişilerle de bana ulaşır. Yoksa özel bir çabam yoktur. Dedim ya Allah denk getiriyor..

Kafama eser hiç gitmediğim bir yere giderim bir bakarım o da ne... kimleri kimleri görürüm.

Birine bir konuda bir şey soruyorsam cevabı biliyorumdur. Ya görmüşümdür ya duymuşumdur.. soruyorsam doğruyu söyle kurtul.. çünkü ben durduk yere sormam, soruyorsam cevabı bende zaten. Bazen bendekiyle söylenen cevapta tutmuyor. Böyle durumlarda bekliyorum. Çok şükür o sabır var.. bekliyorum zamanını, hiç umulmadık, hiç akla gelmedik o zamanı..

Bazen de iyi oluyor.. aklımı başıma getiriyor..
Yok aklım başıma gelince hemen değişim göstermem ben.
Zaman alır aklıma düşeni fiiliyata geçirmem.. beklerim sabırla..
Ondandır kararı verdim mi geri dönüşümün olmaması..
İçimde ne varsa bir bir öldürmem için gereken şey zamandır..
Her gün görerek, yaşayarak devam ederim normal yaşantıma..
Ondandır aldanış... ondandır karşımdakilerin afallaması..
Çünkü birşey olmamıştır, nedendir bu kestirip atış? Peşinden koştuğum düşer peşime..
Hep alttan almışımdır, hep kolay unutmuşumdur, küskünlük yapmamışımdır, hiç yüz çevirmemişimdir...
Nasıl olsa dayanamaz denen kişi ben olmuşumdur ya ondandır şaşkınlık..

Dedim ya o sabır var bende daha önce yaptım..
Nasıl yapılacağını çok iyi biliyorum..
Sonra mı?
Görmem - duymam işte o zaman..
Gözüm kör kulağım sağır olur,
Bağırsan gelmez sesin, eğilsen önümde görmem basar geçerim!

Arabesk..




Yıllarca müzik zevkimi sorgulayan insanlar bugün birer arabesk düşkünü oldu çıktı.. Ama ben oldum olası sevdim arabeski..

Şimdi bu güzel şarkının eşliğinde yazarken, 'sen benim kanayan yaramsın, kabuk bağlamaz kanarsın' dizelerinin bana kattığı duyguyu bana hangi şarkı verebilir diye sorarım? Şunu kabul etmiyorum, 'ben bu tarz şeyler dinlemiyorum' diyen arkadaşlar.. bu koca bir yalan! Hiç aşık olmadın mı? Hiç acı çekmedin mi? O halde içinde bir yerlerde acı var, acı varsa arabesk var. Hepimizin hayatında tövbe tutmaz, iflah olmaz yaralarımız yok mu? Yara için ille de aşka da gerek yok, pek çok şey açar yarayı. Arabesk diğer sanat dallarında olduğu gibi yarayı geçirmek için çare aramaz, arabesk yarayı deşer, kabuğu tutunduğu deriden ayırıp kanatır, bundandır rahmetli Müslüm Gürses'in konserlerinde kendilerini jiletleyenlerin kendilerinden geçmeleri. Bu konserlere bakıp vahşetten başka birşey görmeyen kişilere (başta anneme) şunu demek istiyorum, asıl vahşeti yarayı açan yapmış zaten, oradaki olay yarayı unutmamak için kanatmak..

Kanın anlamı, arabesk için farklıdır. Kan, hatırlamaktır, unutmamak için gösterilen çabadır, acıdır, acıya sahip çıkmaktır, geçmiştir, geçememiştir, kıyısında durmaktır yaşamın, dalga geçmektir, feleğe takılan çelmedir, isyandır, karşısında durmaktır, o gücü akan kanda bulmaktır. Birazda farklı anlamından bakmak gerekir anlam çıkarmak için. Çoğu insanın hoşuna gitse de, gitmese de arabesk insanın özünde var. Kimi derinlere iter, kimi isyan eder.. İsyanın getirisidir arabesk!

Birşeylere karşıysan, karşısındaysan keyifle dinlersin benim gibi..
Keman ve bağlama ağlarken yüreğin coşar sonrası kaybolmaktır sözlerde..
Tepkinin dili elbet bir yürekte karşılık bulur..

5 Ağustos 2014 Salı

......



Değiştiremeyeceğim gerçekler var,

·         Bir türlü karşılığını alamadığım iyi niyetim,

·         Kaldırdığımı düşünerek hep bana yapılan haksızlıklar,

·         Affetmeyeceğim insanlar,

·         Alınmadığımı, kırılmadığımı, üzülmediğimi düşünerek üzerime gelen ve gelmeye devam eden yakınlarım,


Ve koca bir APTAL, BEN varım!!!!

Özür dilerim.. Unut lütfen!



22 yıllık sır bir çırpıda çıkıverdi ağzımdan..

Düşünmeden anlattım ne varsa, ilk an gerçekten çok rahatladığımı hissettim. Söyleyerek rahatlamıştım... Yağmur yağıyordu, zihnim yıkanıyordu...

O gece ve ertesi gün bir şey düşünmedim. Herşey normaldi ben öyle sanıyordum.

Bugün rahatladığımı düşündüren konuşmam ara ara böldü düşüncelerimi. Kafamdan çıkardıklarım, çıktığını zannettiklerim meşgul etti zihnimi. Yıllarca sakladığım birşeyi söylemem gerekir miydi? Düşüncesizce, aptalca ne varsa anlatmam gerekir miydi? 

Kimsenin kabullenmeyeceği, inanmayacağı, inanmak istemeyeceği birşeyi anlatmam tamamen saçmalıktı, düşüncesizlikti...

Sonsuza dek sussam yeriydi, gereksizdi..

Özür dilerim.. Anlattıklarımı anlatmadım say ve unut lütfen!





3 Temmuz 2014 Perşembe

İYİ Kİ DOĞDUN, İYİ Kİ VARSIN SEVGİLİM!!



Ben ne zor günlerin şahidiyim,
Çok savaştan çıktım sağ salimim,
Yok kimseye ahım,
Dost düşman sağ olsun
YAR, İYİ Kİ VARSIN!
CAN, SENDE SON BULSUN..

Sen dar günümde helal lokmamsın,
Yar demek yetmez, canımda cansın.
Her kulun hakkını, bahtını, şansını verene bin şükür İYİ Kİ VARSIN!!!


 Canım sevgilim…

 Bir yıl daha geçti..

 Bir yıl daha, çok sevdim seni..

 Doğum günleri başlangıçtır, sense benim her gün yeniden baştan başlayarak sevdiğimsin,

Her gün yeniden seviyorum, her gün en başa dönüyor bir daha aşık oluyorum, bir daha, bir daha, her gün bir öncekinden daha fazla..

Sevdiğimi söylerken tüketmiyorum sevgimi, her seviyorum değişimde daha fazla çoğalıyor aşkım..

Hayatıma dahil olduğun için, doğduğun için, benim sevgilim olduğun için binlerce şükür..

İyi ki doğdun sevgilim, seni çok, ama çok, ama çok SEVİYORUM..

 
 
 

 

1 Temmuz 2014 Salı

Ben seni çok sevdim...


Dinlerken aklımda senden başka hiçbir şey yoktu..

Kelimelere ses veren nefesi kıskandım..

Bunca basit kelimenin yan yana dizilmesine rağmen, sihirli bir nefesle kulaklara üflendiğinde böylesine büyülü bir melodinin içine hapsolunabileceğini gördüm..

Yalnızca seni düşünerek dinlediğim bu şarkı, yalnızca sana sevdiğim..
 
** Kapat gözlerini ve öylece dinle bu şarkıyı...
 
 

23 Haziran 2014 Pazartesi

Neden

http://youtu.be/EPK4INpXBkI

Kokular...

Eve girerken aldığım koku...
Bundan 1 sene evvele götürdü...
Hemen odaya gelip başladım yazmaya. Yıkanmış çamaşır kokusu, elbet 1 yıldır ilk kez çamaşır yıkanmıyor evde. Lakin bu seferkinin kokusu aynı o günkü gibi. Annem yumuşatıcıyı değiştirmiş olmalı. 1 hafta aradan sonra işten eve geldiğimde bu koku vardı. Annem ne var ne yok yıkamıştı. Günlerce çıkmadığım odayı havalandırmış, belki yıkadıkça rahatlamıştı. Ağlamaya başlamıştım odaya girdiğimde. Herşey yıkansada hiçbirşey değişmediği için mi bilmiyorum. Aynı hissiyat aynı kokuyla karşılayınca kapıda korktum. Her korkuda olduğu gibi en iyi sığınağıma, yazıya koştum. Çağrışımlar korkutur beni, hep korkuttu.  Bugün bir arkadaşım amma korkusuzsun dedi, güldüm. Tanımıyor beni, ne denli ödlek ne denli korku sahibi olduğumu bilmiyor. Bir bakıma da hoşuma gitti. En azından birileri bu şekilde düşünüp bu zayıflığımdan faydalanamaz diye düşündüm. Neyse biraz konuyu biraz da kafamı dağıtayım. Öyle yorgunum ki.... Gözümü kapatsam uyurum o derece. Kafa yorgunluğuma bedensel de bir yorgunluk eklendi... ayaklarım öyle acıyor ki...fiziksel acılar... Fiziksel her acı, ruhsal sıkıntıya iyi gelir. Kötü olan ne varsa alır götürür zihinden, bir anda kendine getirir. Mesela bir tokat. Sanki kafanın içinde dağınık duran ne varsa yerli yerine koyar. Üstelik fiziksel her acı geçer, en güzel yanıda budur. Elini kesersin geçer, bacağın kırılır geçer... Ağrır ağrır geçer gider. Bunları yazarken aklıma yıllar evvel olmuş birkaç olay geldi. Sofradaydık, yemek yiyiyorduk. Tutturdum İzmir'e gideceğim diye. Normalde babam karışmaz arkadaşlarıma, o mevzulara annem bakar bizim evde. Neyse o gün farklı birşey oldu. Babam gidemezsin dedi. Giderim, gidemezsin derken elimdeki bardağı nasıl sıkmışsam avucumda paramparça oldu. Koca bir sessizliğin ardından kendime gelmiştim. İzmir'e gitmedim. İyi ki de gitmemişim. O gün çok mühim olan bu olay şimdi düşününce ne kadar da saçma. Hep böyle şeyler düşünerek rahatlatmaya çalışırım kendimi. Sıkıldığımda, üzüldüğümde geçmişte çok üzüldüğüm, çok sinirlendiğim anları düşünürüm bazen geçer sıkıntım bazen de başarılı olamam kendimi kurtarmada. Bazen ne düşünüyorum biliyor musun? Hani ben kendi kendime konuşuyorum ya.. İyi ki varım diyorum, iyi ki durmadan konuşan ve beni bırakmayan bir iç sesim var. Ya o da olmasa? Yok yok bunu düşünmek istemiyorum. Fazlasıyla tek başımayım bir de konuşmasam.. Neyse yoruldum. Yazarken aklıma gelenler 2 satır yer tutsada düşünmek yoruyor..
Şimdilik bu kadar... Yarın mutlu bir gün olsun.. Olur mu ne dersin Sebastian?

2 Haziran 2014 Pazartesi

Emre ve Tuncay amca...

Güzelim tatilin ardından felaket başlayan ve felaket biten bir gün yaşadım...
Bu felaketin içerisinde güzel bir aile tanıdım. Bu güzel aileyi hafızama kazımanın yanısıra kelimelerin büyülü dünyasına hapsetmek istedim. İşte bu yüzden bu yazımı hiç okumayacak olan iki insan için yazıyorum.

İşkur'da engelli görüşmemiz vardı. Yoğun bir kalabalık, gelenler gidenler, benim iş olur mu diye soranlar... Derken masaya bir kadın yanaştı.. Ardında güleç bir çocuk ve yanında yine en az onun kadar güleç bir adam. Oğlumla da görüşür müsünüz? Dedi kadın. Tabi dedim gülerek. Derken o güleç adam atıldı, oğlum çok akıllıdır, bilgisayar bilir, daha önceki firması taşınmayaydı pek severlerdi oğlumu.. Gel bakalım dedim oğluna, gel bak baban ne güzel şeyler söylüyor, sana form vereyim doldur olur mu? Yazmaya pek istekli değildi. Yazarsın sen diyerek verdim kağıdı önüne. Zar zor özene bezene yazmaya çalışırken adını, babası övdü durdu oğlunu. Zihinsel engelliydi Emre. Bir çok sağlam insandan akıllı, terbiyeli, öyle güler yüzlü öyle güzel bir çocuk. Görüşmeye götürelim dedim arkadaşıma. Derken bir başka engelli geldi epilepsisi varmış. Yazmış forma diye bir daha sormadım nede olsa biliyorum ne olduğunu. Görüşmeler bitince Emre, babası Tuncay amca ve epilepsi olan İsmail ile beraber 2. Görüşmenin yapılacağı yer için yola çıktık. Arada göz ucuyla arkaya baktığımda Emre'yi gülerek babasına bakarken görüyordum. İsmail sorular soruyordu. Bende ona sormak istiyordum. Ne sıklıkla kriz geliyordu, aklım bu soruda olduğu halde onu teleşlandırıp bir krize sokmamak adına sormadım hiçbirşey.

Görüşmenin yapılacağı alana geldiğimizde Tuncay amcayla uzun uzun konuşma fırsatım oldu. Daha çok dinleyerek geçirdiğim bu süre zarfında 3 çocuğunun olduğunu, 2 çocuğunun herhangi bir rahatsızlığının olmadığını ama onu çok üzdüklerini hala da üzmeye devam ettiklerini anlattı. Emre zihinsel engelli ama onlardan akıllı dedi. Emre'ye bir araba almış, Emre kullanamıyor ama ona bırakacağım, evimde onun, herşeyim onun dedi. Zaman zaman doldu taştı gözleri... Ah kızım ne çektim diğer çocuklarımdan diye dertli dertli anlattı durdu. Bana ve annesine birşey olursa Emre ne yapar diye öyle endişeliydi ki... O sıra çaldı telefonum. Korktuğum başıma gelmişti. Görüşmede İsmail'in üzerine gitmişler o da krize girmişti.. Tek merak ettiğim Emre'nin korkup korkmadığıydı. 5 atak geçirdi İsmail. Lanet olası ülkemin lanet olası ambulansı 1 saat sonra geldi. Korkarak geldi Emre yanıma. Korktuğu belli olmasına rağmen korktun mu diye sordum. "Korktum abla, çok korktum" dedi. Babası hemen su içirdi oğluna. Elinden tutup yanıma oturttum Emre'yi. Onu neşelendirmek için uğraştım durdum. Ambulans gelip biz çıktıktan sonra yolda sordu babası "sonuç ne zaman belli olur?"."Olmadı Tuncay amca" dedim. Emre baba ne olacak şimdi diye telaşlanınca döndüm arkaya. Dolu doluydu Tuncay amcanın gözleri 'ben varım oğlum sen düşünme' diye sarıldı oğluna... Tutamadım kendimi camı açtım dışarı baktım gözümden akan yaşlara engel olmaya çalışarak sıktım kendimi.. İnerken araçtan ısrarla evlerine davet etti Tuncay amca. İnşallah bir gün diyerek uğurladım onları..aklımda oğlu yalnız kalır diye ölmekten korkan bir adam ve babasına birşey olursa diye korkudan ölen bir çocuk kaldı..

Dilerim Allah sizi birbirinizden hiç ayırmasın!

23 Mayıs 2014 Cuma

İnsan unutkandır..BUNU UNUTMA!

İnsanlar vardır;
Gelip geçerler hayatlarımızdan..
Kimi hiçbir iz bırakmaz ardından,
Kimi hafifçe okşar ruhumuzu,
Kimi de hüzün bırakır ardından..
İnsanlar vardır;
Usulca sokulurlar içimize,
Sonsuzcasına orada kalsın isteriz..
Bazıları serap gibidir,
Yokluğunda hayalleridir gerçeğimiz...
İnsanlar vardır;
Su gibi aziz, su gibi duru..
Konuştukça su olur akarlar kalbimize,
Kan gibi, Can gibi, Canan gibi...
İnsanlar vardır;
Işığı sönmüş yıldızlar gibi çaresizdirler.
Açtın mı kollarını,
Kalbine doldururlar ışığı..
İnsanlar vardır,
Soğuk duvarlar misali
Gülümsemenin sıcaklığını bilmezler,
Bilseler de sevmezler...
İnsanlar vardır,
Gelip geçerler hayatlarımızdan
Kimi depremlerle gider,
Kimi fırtınalarla…
Ben kalanlardan yanayım.
Gitmeyenlerin sadakatini ve sabrını severim,
Sarılıp bırakmayanların sıcaklığını...

13 Mayıs 2014 Salı

İnsan günlerce hiç tanımadığı birini düşünür mü?

Düşünür evet. 4 Gün evvel tesadüfen izlediğim bir programdan sonra başka şey düşünmez oldum. Düşünmemin sebebi gencecik bir kızda gördüğüm cesaret. İnsanlar ne derse desin. İster cahil cesareti, ister gençliğin verdiği ağzına geleni söyleme hali.. O kadar basit bir şey değildi benim gördüğüm. Kendimden bir şeyler de bulmuş olabilirim. İnsan kendine benzer bulduğunu sever, düşünür ya o hesap. Benzer dediğime bakmayın o cesaret maalesef bende yok. Zaman zaman gelip geçen bir şey bende cesaret.. Cesaret bildiklerimi bilmedikleri yada bilmeyeceklerini düşündüğümde yerli yerinde.. Cesaret, özellikle canımın yandığı anlarda bir silkinme, bir vursalar da ölmem hali…
O programı izlemekle yetinmedim. İnternette çıkan haberlere baktım. Twitter’a, Instagram’a…
Bir gün önce eklenen resimler, gülen suratlar,dağılan kafalar, kocaman bulutlar varken, ertesi gün hacklenen hesapla kararan yada tam tersi aydınlanan bir hayat… işin kötüsü aynı karelerde yer alınan insanların aynı şekilde eğlencelerine devam edebilmesi. Bu mudur diyor insan okurken?? Amaaan deyipte yatıp uyuyamadım. Okudum.. ona neler yazmışlar o ne yazmış hemen hepsine baktım. Programı izlerken aklıma mıh gibi kazınan şeyler oldu.

‘Kimse neden böylesin? Neyin var demedi’ dedi..

Bence de asıl soru bu olmalıydı. Kimse durduk yere bu hale gelmez, farklı arayışlara kapılmaz, sürekli kaçmak, sürekli uzak kalmak istemez. Konu durup durup küçüklüğüne geldiğinde derin iç çekmelerine, susup kalmalarına takıldım. Bir sonraki gün aynı programa katılan psikiyatrın tespitlerini ben o gün yapmıştım.

Ensest..

Emin olmamakla beraber ensest bir ilişkinin varlığı sarsıyor insanı. Başka hiçbir şey böylesi dağıtmaz insanı.  İşin en kötü yanı, nasıl birinden böyle bir şeye maruz kaldığın belirliyor hayatını.. Gençse ilerleyen yaşlarda böyle kişilerden hoşlanıyorsun, yaşlıysa yaşça büyük kişiler ilgini çekmeye başlıyor, karşı cinstense o cinse ilgi duyuyorsun… Kimliğin değişiyor.. Nefret ettiğin o olaya bağlanıp kalıyorsun. Kimseye diyemiyorsun. Demek istediğin de bile inanmıyor kimse, lafı değiştiriyor, sana böyle bir şeyi söylediğin için kendinden utanmalısın diye tavır takınıyorlar, lafların düğüm olup kalıyor boğazında. Sadece iki kişinin arasında koca bir sır olarak kalıyor. Korkunç bir şey bu. Beklemediğin birinden gelen bu denli yakınlık için önce kendini suçluyorsun. 'Beynim bana oyun mu oynuyor gerçek mi bu?' diye tereddütlerin oluyor. Böyle bir şeyi hayal ediyorsam ahlaksız olan benim diye düşündüğün anlar içini kemirip duruyor. Beyin olanı biteni reddediyor..Hiçbir şey olmamış gibi ortalarda gezinen pezevenk akraban, yüzüne bile bakmadığında anlıyorsun bir gariplik olduğunu. Kendi kendine 'o benim yüzüme bakmadığına göre bu iğrenç şeyi yapan benim' diyorsun... Günlerce, aylarca, yıllarca düşünüp duruyorsun. Zaman içerisinde mutlaka 1 sefer daha o pislik tacize yelteniyor.. İşte o zaman anlıyorsun beyninin oyun oynamadığını, senin bir şey yapmadığını. Bu sefer nefretin büyüyor, birilerine anlatmak istiyorsun olmuyor. Yıllarca içinde bir dert, bir nefret olarak büyüyor o an. Yüz yüze gelmekten, ailenin bir arada olduğu alanlardan kaçıyorsun.. Kaçabildiğin kadar uzağa, adını duymayacağın, sesini işitmeyeceğin, o pis bakışlarından uzak kalacağın kadar uzağa...

Bir kaç gün ara verdiğim yazıma kaldığım yerden devam edip, etmeme konusunda kararsızım. Zira iç açıcı bir konu değil. Neyse şimdi bu yazının yarım kaldığı süre zarfında elde ettiğim verilerden çıkardığım sonuçlarla devam edeyim.

İnsan koşarak kendinden uzaklaşamıyor. Bu tespiti kendim için yapalı 10 yıl falan oldu. Bu güzel insan içinde aynı şeyi düşündüm. O da uzaklaşmaya çalışmış herşeyden, herkesten ve en çokta kendinden.. İnsan kendinden uzaklaşamadığı için de ne şehir nede ülke değiştirmesi işe yaramamış.. Unutmak için farklı yöntemler bulmaya çalışmış. Hiçbir kimyasal uzun süreli mutluluk getirmez oysaki.. Tüm bu olanların mutlu olmayı istemekle alası yok.. tüm çaba mutsuz olmamak için .. Yeni insanlar, farklı ülkeler, yüzeysel ilişkiler..
Ve mutlaka yanlış kişiler...

Hayatımıza giren yanlış kişiler tetikte beklerler..

Acılı anlarınızı kollar,
Düşmenizi bekler,
Derken uzatırlar o lanet olası ellerini..
Çaresizlikten uzattığınız o eli gün gelipte 'elim kırılsaydı' diye anacağınız aklınızın ucundan bile geçmez..
Yıllarca beslenirler bu halinizden ta ki ..
Bir faydanızın olmayacağını anladıklarında yada yaptıklarına çanak tutmadığınızda sıyrılırlar büründükleri posttan. Aranızdaki bağı tamamen koparmak istemediklerinden bir kaç olta atarlar nabzınızı ölçmek adına, küçük tehditlerle başlayan kendilerini gösterme hali bir süre sonra bak sana neler edeceğime dönüştüğünde artık o dönülmez yola girmişsinizdir.

Hepimizin yaşadığı yada yaşama ihtimalinin yüksek olduğu bu lanet olay örgüsü o güzel insanın da başına gelmiş.. Kaçan, kaçarken düşen her insanın başına geldiği gibi. O kendine uzanan elin gün gelipte kendini uçurumdan iteceğini bilseydi eminim uzatmazdı. Ama oldu bir kere. Düşerken tutundu bir hırsla, çıktı kayalıklardan düzlüğe, dikildi karşısına ve başladı hesap sormaya. Neden beni ittin? sorusunu kaldıramayınca çirkefliğe sardı katili..

Böyle olaylardan kendime dersler çıkarmaya çalışırım daima. Üzerine gittiğinde dayanamaz kimse.. kaçma ve üzerine git derim kendi kendime. İyiyken telaffuzu kolaydır bu efelenmelerin. İş bunu o durumda becermektir.
O cesareti hep yüreğimde hissedebilmek dileğiyle..





5 Mayıs 2014 Pazartesi

Agora Meyhanesi..

Burası Agora Meyhanesi
Burada yaşar aşkların en divanesi, en şahanesi.. diye başlar şarkı..

Şarkıya ilham kaynağı olduğu kadar var hani. Taş duvarları, çini zeminiyle karşılayan büyülü bir mekan.
Aşık değilsen olursun, aşıksan bir daha aşık olursun sevdiğine o derece.

Mekanın bahçe kısmında oturduk sevdiğimle.. Bahçe kısmı dediğime bakmayın iki girişi (2 kapısı var biri sahilde diğeri Çıfıt çarşının orada..) birbirine bağlayan koridor niteliğinde. Lakin basit bir koridor değil sağınızda ve solunuzda uzanan duvarlar sur. Sur içi denebilecek bu bahçenin üzerini camla kapatmışlar. Kapatırken dokuyu bozmamış aradaki boşluklara dokunmamışlar. Böylelikle açıkta kalan yerlerden Haliç’ten gelen esintiyi alabiliyorsunuz. Hava kararınca minik gaz lambalarını yakıyorlar. Yüzü daha bir aydınlanıyor sevdiğinin.. Gözlerine bakınca küçük fitiller görüyorsun.. Büyük bir yangın mı başlıyor hissiyatıyla bakıyorsun yüzüne, sonra ellerine.. Kadehleri tokuştururken fark ediyorum yangın bende, benim yüreğimde..

Aslına bakılırsa mekan pekte önemli değil benim için.. Sevdiğimin yanımda olduğu her mekan cennet, her mekan büyülü bir masalın parçası adeta. Hani böyle fantastik filmlerde aşıklar bir araya geldiğinde rengarenk ışıklar oluşur çevrelerinde her şey dönmeye başlar, görüntüler birbirinin içine geçer..zaman durur yada deli gibi akar ama onlar birbirine bakar. İşte tamda böyle bir şey oluyor o yanımdayken.. O ile başlayan cümlelerim bile değişime uğrar.. size yazmaktan çıkarım bu satırlardan sonra, sevgilime seslenmek isterim.

Sevgilim,

Sen yanımda olduğunda senden başka bir şey görünmez gözüme.. Attığımız adımlarla yeşeren yollar, açan çiçekler görürüm.. gökyüzü mavi olur, yer yeşil.. adım attıkça değişir mekanlar.

Ben sana bakarım, binlerce renk görürüm.
Başım döner, belli etmem..
Bir salıncakta gibi sallanır yüreğim.

Ben sana bakarım ya…
Zaman durur, dünya durur..
Duran her şeye inat atar kalbim,
Bir sana atar, senden gayrı durur kalbim..

Gözlerim binlerce sen görür,
İçmeden sarhoş olurum..
Yer çekiminin hükmü kalmaz..
Korkularım kuş olur uçar,
Bir sen kalırsın geriye bir de ben..


29 Nisan 2014 Salı

İnsanlar ve halleri..

İnsan halleri..

Malum çeşit çeşit insanlar..
Ne kadar çeşit olursa olsun özü aynı, özü bencil..
Hayat sanıldığı kadar zor olmasa da o bencillik yok mu? O kendini düşünme, önce ben deme durumu yok mu? Ne oluyorsa hep bundan. Bende yapıyorum zaman zaman ama ondan daha iyi yaptığım ve mütevazı olamayacağım bir konu var ‘iyi bir gözlemci ve tahlilci olmak’. Gözlem derken oturup akşama kadar milleti izleyip tahlil etmiyorum. Kaldı ki bunu sadece başkaları için yapmıyorum. Kendimi de gözlemliyorum. Ne zaman bencilleşiyorum diye sorular soruyorum. Verdiğim cevaplar gerçeği yansıtıyor her zaman. Çünkü insan bir tek kendine yalan söyleyemiyor. Benim bencilliğim, karşımdakinin bencilliğinin ilerleyen safhalarında ortaya çıkıyor. Daha açık bir ifadeyle yeterli acının vücuda tesir etmesinin ertesinde.. Kendime acıma duygumla beraber açığa çıkan, acıma duygusunun öfkeye dönüşmesi ve hemen ertesinde zirve yapan bencilliğin devreye girmesiyle devam eden bir süreç bu..

Gözlemlerime gelince…

Bu kadar da olmaz diyebileceğimiz türden bir bencillik var insanlarda. Ben mutlu olayım, benim isteklerim olsun diye uzayıp giden bir liste sıralamak mümkün. Birde şu var, tüm bunlar olup biterken birileri için, bir şeyler için incittikleri, üzdükleri insanlara yaptıklarını feda ettiklerinden bulduklarında oturup düşünmekte yok. Ben bunu yaptım aynısı benim başıma geldi. Kim bilir bende karşımdakini nasıl üzmüştüm zamanında demek yerine.. ‘Ama’ ile başlayan koca koca cümleler kurmaya devam ediyor insanoğlu. Sanıldığı kadar önemli olmadığını fark etmeksizin yıkıp dökmeye devam ediyor. Oysa bir durup düşünse.. öyle ya bizi diğer canlılardan ayıran en önemli özellik değil mi düşünmek, düşünüp söylemek..

Bugün biri şöyle dedi.. ‘masumiyetimizi kaybettik’
Ne kadar doğru, ne kadar güzel, ne kadar acı bir  ifade..
Masumduk önceleri, hesaplarımız kitaplarımız bu kadar çok değildi.
O onu derse, ben şunu ona söylersem, o böyle yaptı bende böyle yapayım demiyorduk..
İçimizden geldiği gibi konuşup davrandığımız zamanlar vardı. O anları güzel kılan da buydu. Saftı, temizdi.
Ne zaman ki bencillik ağır bastı, aldı tüm saflığımızı yerle bir etti ne varsa.

Belki diyorum.. Belki umut olursa..
Belki benim gibi insanlar varsa..
Bir yerlerde benim gibi düşünüp yazıyorlarsa..
Sabır hepsinin üstesinden gelebilirse..
Sabrın sonu selametse..

Belki diyorum belki de..