28 Nisan 2013 Pazar

"....."

Bazen herşeye sahip olduğunu düşünürsün,

Bazen de hiçbirşeyin olmadığını fark edersin...

Belki de hiçbir zaman olmayacağını...

Üzülürsün ve üzüntü dibe çeker!

18 Nisan 2013 Perşembe

Ne güzel dedin be Sezen...Bende sıkıldım uçmak istiyorum..


Aşkım günaydın de yeni güne
Yay gibi gerginsin çözül biraz
Bitmez dünyanın derdi ertele
Kurulmanın hiç bir faydası yok, relax

Bırak güneş ısıtsın içini
Bak baharlar açmış beyaz beyaz
Öyle olmasa da sen öyle farzet
Bakarsın umduğundan iyi geçer yaz

Of oof, of oof
Of oof, of oof

Sıkıldım sıkıldım uçmak istiyorum
Yalınayak yere basmak istiyorum
Ne eksiğimiz var çiçekten böcekten
Tabiat misali coşmak istiyorum

Sıkıldım sıkıldım kaçmak istiyorum
Yalınayak yere basmak istiyorum
Ne eksiğimiz var çiçekten böcekten
Ben de onlar gibi coşmak istiyorum

Aşkım herşeyi yokuşa sürme
Olursa olur olmazsa olmaz bu şans
Herkesin durduğu yer dünyanın merkezi
Empati sempati yani tolerans

Bırak güneş ısıtsın içini
Bak baharlar açmış beyaz beyaz
Öyle olmasa da sen öyle farzet
Bakarsın umduğundan iyi geçer yaz

Of oof, of oof
Of oof, of oof

Sıkıldım sıkıldım uçmak istiyorum
Yalınayak yere basmak istiyorum
Ne eksiğimiz var çiçekten böcekten
Tabiat misali coşmak istiyorum

Sıkıldım sıkıldım kaçmak istiyorum
Yalınayak yere basmak istiyorum
Ne eksiğimiz var çiçekten böcekten
Ben de onlar gibi coşmak istiyorum

14 Nisan 2013 Pazar

Sevgilim ve keşifleri...

Daha önce de demiştim sevgilim çok okur. Okumakla kalmaz okuduklarını not alır. Küçük not kağıtlarına İtalik yazısıyla öyle güzel notlar alır ki, o notları okuduktan sonra yapmamak mümkün değildir. Yine aldığı notlara bakarken gördüm Cihangir'deki restoranın adını.. Hemen internetten sitesine girip bakmaya başladım. Saat bir hayli geç olmasına rağmen arayıp Cumartesi akşamı için rezervasyon yaptırdı sevgilim.

Yattık kalktık... Sabah oldu..

Kahvaltı, gazete, film derken akşam üstü yine aynı güzergahı izleyerek Kadıköy, Eminönü, Taksim'e ulaştık. Ama bu sefer gezimiz yürüyerek değil, yiyerek geçti. Eminönü'nde iner inmez mısır satan arabaya sürükledim onu, mısırlarımızı alıp bir köşede yedik. Sonra Beyoğlu'na ayak basar basmaz dondurma istemem üzerine sevgilim dondurma aldı. Tabi dondurmacıya yürüyene kadar birde simit aldı bana. Oradan da çıkıp çiçek pasajına gittik. Fıstık ve bira keyfi yaptık. O kadar yemenin üzerine arka sokaklardan yürüyerek Cihangir'e ulaştık. Rezervasyon yaptırdığımız yere girip, bize ayrılan masayı ve muhteşem manzarayı gördükten sonra yediklerimizi eritmek adına yürüdük. Yürürken başka bir restorantta oturmakta olan Tamer Tıraşoğlu'nu gördük. Yanından geçip sevişgen kedilerin bulunduğu sokakta merdivene oturduk. Bir süre denizi izleyip yeniden restoranın yolunu tuttuk. Bu kez Tamer Tıraşoğlu'yla konuştu sevgilim. Diziden, dizinin neden kaldırıldığından... Gülerek ayrılıp, yemek yiyeceğimiz yere geldik. Masamız tüm manzaraya hakimdi. Benimse keyfim o yanımda olduğu için her zamanki gibi fazlasıyla yerinde.
Başımın çatlayacak kadar ağrıması gecemizi sonlandırsa da, benim için sevgilimin kucağında uykuya dalmak baş ağrısının ödülü gibi oldu...
Rüyamda ne mi gördüm?? Tabiki sevgilimi, dünyada en çok sevdiğimi...

11 Nisan 2013 Perşembe

İsmini vermek istemediğim bir yer...

Anlatmak istediğim yerin ismini vermek istemiyorum. İstemememin çeşitli sebepleri var o yüzden hemen anlatmaya başlıyorum.

Geniş yollardan geçerek girdik şehre solumuzda deniz, sağımızda ağaçlar... Yollarımız tünellere bölünse de manzaramızı kesemedi hiçbirşey. Yemyeşil şirin bir park yapmışlar sahile, belli ki insanlarda bilinçli kirletmemişer etrafı. Küçük küçük balık restoranları, düzenlice dizilmiş evler, bom boş yollar. İnsan böyle bir yerde yaşamayı hayal ediyor. Bende ettim. Denize bakan o evlerden birinde olsam, hergün bu manzaraya baksam. Hep o çok sevdiğim filmdeki gibi Karadeniz'in bir dağ köyünde, bahçeye kurulmuş bir döşekte yatsam. Üzerimde bir yorgan, öylece yatsam. Bazen yağmur yağsa üzerime bazen kar... rüzgarın sesini de dinleyebilirim sadece yada sadece sessizliği...

Yolda yürürken çekemediğim her kareyi kazıdım zihnime. Her zaman yapılabilecek en güzel şeyin hafızaya almak olduğunu düşünmüşümdür. Eğer gerçekten iyi bir gözlem yaparsanız sonradan hafızanıza getirdiğiniz her anı tekrar tekrar yaşama imkanı bulursunuz. Bende öyle yaptım...

7 Nisan 2013 Pazar

Cumartesi, bir uzun gezi...

Sabah erkenden çıktığımız hafta sonu yolculuğumuz için geçen haftadan belirlediğimiz rotayı izleyecektik. Önce Üsküdar'dan vapurla Karaköy'e oradan finüküler ile Taksim'e geçip Cihangir'e yürüdük. Yine geçen hafta gözümüze kestirdiğimiz Van kahvaltı evi önündeki kuyruğa bakıp, başka yere gitmeyi teklif ettim. Neticede kahvaltı edecektik. Peynir heryerde aynı domates aynıdır düşüncesiyle Firuzağa Camisi'nin hemen yanıbaşındaki kırmızı kareli örtülerine aldandığım yere girdik. Yola paralel 2. Masaya oturduk. Önümüzdeki kalabalık grup, kedilerin istilasına uğramıştı. Masada kahvaltı namına ağız sulandıracak birşey olmamasına karşın kediler bir sandalyeden diğerine atlıyor, masadakileri rahatsız ediyorlardı. Siparişimizi kaşı gözü oynayan garsona verdikten sonra başladık beklemeye. Beklerken yan masayı toparlayan garsonun arsız kedinin kuyruğuna basıp kediyi zıplatmasıyla hoplayan yüreğimin bu muhabbete daha fazla dayanamayacağını düşünerek yan masaya geçmeyi teklif ettim. İçeriye yakın bir masaya geçtik. Derken masaya en adi peçeteye sarılmış çatal ve bıçak geldi. Dikkatimi başka yere vermeye çalışmama rağmen sevgilimin önünde, kenarına domates bulaşmış peçeteye sarılı çatal bıçaktan gözümü alamadım. Dayanamayıp önünden aldım ve silmeye başladım. Kolay kolay hiçbirşeyden iğrenmeyen ben çatalın arasında kalıplaşmış kiri görünce dayanamadım. Önce hiçbirşey söylemeden tırnağımla kiri çıkarabilirmiyim diye uğraştıysamda çatalın artık temizlenmeyecek durumda olduğunu anlayıp sevgilime 'çok pis burası' dememle zaten zar zor oturan ama sesini çıkarmayan sevgilim hemen ayaklandı. İçeri girip kaşı gözü oynayan garsona acele kalkmamız gerektiğini söyledim. Gözü seyirerek kahvaltının hazır olduğunu söyleyen garsona telefon geldiğini acele kalkmamız gerektiğini söyleyip oradan hızla uzaklaştık. Yeniden aynı yere başlangıç noktamıza dönmüştük. Bu kez sabırla kalabalığı bekledik. Sıra bize gelince içeriye girip serpme kahvaltı söyledik. Asıl komedi garsondu. Garsonumuz öyle hızlıydı ki elimizden bir çırpıda adeta çekerek aldığı menüyle, bu size yeter diyerek uzaklaştı. Gülme krizimizi yine hızla getirdiği çaylarla garsonumuz bozdu. Sevgilimin 3 yumurta talebine hemen diyerek uzaklaşan, elindeki koca tepsiyi masaya boşaltırken hazırda 2 yumurta vardı diyerek yeniden uzaklaşan garsonumuz bizi bir hayli eğlendirdi. Gülerek yediğimiz kahvaltının ardından kovulmadan ayrılmak için hızlı hareket ettik. Karşı sokaktan Firuzağa camisinin önüne oradan arka sokakları dolaşarak Beyoğlu'ndan o çok merak ettiğim, yıkılıp yerle bir olmadan önce görmek istediğim Tarlabaşı'na girdik. Daha ilk sokağa girmemizle gözlerini dikip kafasını sallayarak yaklaşan yüzü bıçak yarasından görünmeyen adam yanımda bitince sevgilimin koluna girerek tekrar Beyoğlu'na döndük. Avazım çıktığı kadar bağırıp ağlayabilecek raddedeydim. Neyseki çabuk geçti. Yeniden İstiklal'e oradan ara sokaklara geçtik. Çok ton ton bir amcanın dükkanına girip genç bir ressamın sergisini gezdik. Hatta gezmekle kalmayıp anı defterine birde yorum bıraktık. Sokak bizi Galata Mevlevihanesi'nin önüne getirdiğinde, daha önce kalabalıktan fark edemediğimiz Mevlevihane'ye girdik. Beni en çok sevindiren müze kartlarını kullanarak içeriye girebilmemiz oldu. Gezdik, oturduk, çıkıp yeniden yürümeye başladık. Galata kulesini ve çevresini dolaştık. Bu gezi sırasında keşfettiğimiz şarap evi, otantik dükkanlar herşey çok güzeldi. Gezinin sonu mu? Asmalımescit... Yemek ve içmek, sohbet ve muhabbet...

2 Nisan 2013 Salı

Günümü zehir eden adam!

Aslında yazmaya bile deymeyecek bir adam hakkında bir yazıya başlamak çok akıllıca olmayabilir lakin yazarak rahatlama ihtimalimi düşünerek yazıyorum. Belki de okuyanların her zaman her ihtimali değerlendirmeleri için yazıyorum bu yazıyı. Neyse yorgun argın ama bir o kadar mutlu gittiğim iş yerinde çalan telefonum aslında herşeyin o kadar da güzel olmayacağının habercisiydi. Karşımdaki yüzümü görüyormuşcasına gülerek açtığım telefon bir anda kabusa dönüştü. Gönderdiğim maliyet üzerinde oynama yapan sonrada kabahatini üzerime atmaya çalışan müşteri ağzına geleni sayıyordu. Yaptığı yanlışı fark etmem canını sıkmış olmalı ki bağırıp çağırması bitmediği gibi hakaretleri de kesilmek bilmedi. Yazarken bile sinirlendiğimden daha fazla detay vermeyeceğim. Burada vermek istediğim bir kaç ders var.
1. Eğer birine önemli birşey gönderiyorsanız mutlaka bir kopyasını saklayın.
2. Gönderdiğiniz evrakı üzerine yazmaya karşı koruma altına alın.
3. Kimseye güvenmeyin.
4. Söz uçar yazı kalır. O yüzden herşeyi yazılı yapın. Bazı şerefsizler için mümkünse yanınızda noterle dolaşınki kaçak işlerin önüne geçmeniz kolay olsun.
Ve son olarak eve yorgun olarak gelmişseniz yatın uyuyun ki yarın dinlenmiş olarak kalkabilesiniz.
Haydi iyi geceler tatlı rüyalar .....