23 Eylül 2016 Cuma

Varan 1


Merhaba arkadaşlar,

Bugün ilk kez bir yönetim koçuyla çalışmaya başlamış bulunuyorum. Genelde bir ön yargı oluyor insanda, ‘benim yapamadığımı o mu bana yaptıracak?’ yada ‘aman canım sende bunlar hep sonradan moda oldu’ gibi..
Tabi daha şimdiden bir şey söylemek için erken. Ama ilk izlenimlerimi paylaşmak, belki sonradan baktığımda kendimdeki değişimi (olursa) görmeme de olanak sağlayacaktır diye düşündüğüm için hemen yazmaya başlıyorum.

Öncelikle sohbet havasında geçen görüşmemizde nelerden konuştuk biraz ondan bahsedeyim. 
İlk sorusu ‘hayatında neler var?’ oldu. Ne olur ki insanın hayatında? Ailesi, sevgilisi (varsa), işi, okulu, arkadaşları, hobisi v.s. Bende kendimde olanları sıraladım. Sonra benden kendimi tanımlayan kelimeler seçmemi istedi. Hayatımdakileri ve beni tanımlayan kelimeleri yazdı. Ve bu değerlere bir tatmin derecesi vermemi istedi. Çizdiği şekilde tatmin derecesine göre hayatımdaki değerleri karaladığımızda ta ta taaaammm eksik yönlerim yada daha farklı bir ifadeyle değiştirilmesi / geliştirilmesi gereken yönlerim kabak gibi ortaya çıktı. Zaten koçun amacıda kendime sorular sormamı sağlayarak, hedeflerime ulaşmada yön göstermesi değil miydi? Şimdi bundan sonraki süreçte bu değerleri nasıl yükseltebileceğim üzerinde konuşacağız. Aslına bakarsanız konuşmalarımızla şekillenecek sorular soracağım kendime ve cevapları yine kendim vereceğim. Biliyorum pek çok kişi ben sorup, ben cevaplayacaksam koçun anlamı ne diye düşünmüş olabilir. Ben de öyle düşündüm zaten :) Bu düşüncemi kendisine söylediğimde o klasik cevapla karşılaştım. ‘Sen değişirsen, dünya değişir. Ve kişi yalnızca kendini değiştirebilir. Ben değil, sen değiştirebilirsin kendini’. Neyse ben yine de peşin hükümlü olmak istemiyorum. Neticede sohbetimiz çok hoşuma gitti. Belki de kendime sorular sormaya hazır bir zamanıma denk geldiğim için onu da bilmiyorum.

Görüşmemiz sonunda bir de ödevim oldu. Yukarıda bahsettiğim geliştirmem/değiştirmem gereken yönümle ilgili olarak kendime pozitif bir soru sormamı istedi. Ee madem kısaca görüşmemizi anlattım o halde hayatımda değiştirmek istediğim durumu paylaşıp, soruyu da sizlerin huzurunda kendime sormak isterim.

Şimdi sıkıntım şu; insan ilişkilerimde suistimal edilmem + her ihtiyaç anında ulaşılabilir, yardıma koşan kişi olmama rağmen ihtiyacım olduğu anda herkesin bir anda sırra kadem basması.  Fazlasıyla fedakarlık yapmama rağmen hak etmediğim davranışlara maruz kalmam v.b. / Fazla düşünceli olmam.

Ödevimin cevabı ise, ‘İlişkilerimde neleri farklı yaparsam suistimal edilmem?’ yadaaa ‘Düşüncelerimi hangi yöne kanalize edersem fayda sağlarım?’

İşte böyleee sizlerde kendi sorularınızı kendinize sorabilir yada bana kendime sormam gereken sorular ile ilgili olarak yardımcı olabilirsiniz.

Soru ve önerilerinizi bekler, hepinize güzel hafta sonları dilerim.


** Görüşmelerimiz ayda 1 yapılacak olup, her görüşme sonrasında izlenimlerimi sizlerle paylaşacağım.

21 Eylül 2016 Çarşamba

Kendimi sever gibi..




Yaklaşmakta olan benin habercisi gök gürültüsü..

İçimde tarifsiz bir mutluluk.. Sanki az sonra düşecek olan damlalar beni, bana getirecek. Bu belki de kendine sarılmak gibi..

İnsan acayip bir varlık. Bilinç altında neyin yattığını hiçbir zaman tam olarak bilemiyorsunuz. Bulduğunuzu sandığınız şey, çoğu zaman bir illüzyondan ibaret, bir yanılsama.

Kim bilir neden seviyorum Yağmur’u?

Kendimi sevdiğim için mi?
Bana kendimi hatırlattığı için mi?
Temizlenme hissi verdiği için mi?
Yağarken çıkan sesin rahatlatıcı etkisinden mi?

İşte başladı…

Kulakları sağır edercesine bir gürültüsü var, akıldan geçenleri duymayı engelleyende bir yanı.
Belki de insan düşünemediği için böyle mutlu oluyor.
Denizi de en çok bu yüzden seviyorum. Çünkü ben yüzerken de hiçbir şey düşünemiyor, kafamı tamamiyle boşaltabildiğim ender anları yüzerken yaşıyorum.
Dalga sesi, su sesi, yağmur sesi hep aynı etkiyi yaratıyor bende.
Beynimi yıkayıp geçiyor adeta.

Kim bilir başka nelerini seviyorum Yağmur’un, denizin, suyun??
Sevmek için çok sebep var aslında..
Yada sebep aramaksızın sevmek gerek bilmiyorum.


19 Eylül 2016 Pazartesi

Dönüş(üm)

Uzuuun bir aradan sonra hepinize merhaba!

İşlerin yoğunluğundan buralara uğrayamasam da, bulduğum her noktaya kendimden izler bırakmayı (yazıp/çizmeyi) ihmal etmedim elbette. İşyerinde birkaç noktaya, tatil için gittiğimiz otel odasına, yemek yediğimiz restaurantların tuvaletine, bindiğimiz feribota kadar kendimden ufacık notlar bırakmadan dönmedim. Az buz değil, son yazımı yayınlayalı tam tamına 1 ay oldu. Aslında uzun aralarda insan pek çok şey yazmayı planladığı gibi, nereden başlaması gerektiğini de pek kestiremiyor. Neyse fazla uzatmadan bu 1 aylık süreçte neler yaptığımdan kısaca bahsederek bu hasrete bir son, yazmayı planladığım diğer yazılara da bir girizgah yapmış olayım. 

Son yazımı yayınlamamla beraber işlerde acayip bir yoğunluk yaşadım. Sanılanın aksine bu bana çok iyi geldi. Çünkü yoğunluğu, ardı arkası kesilmeyen işleri, yeni şeyler düşünüp fiiliyata geçirmeyi oldum olası sevmişimdir. Bu sevginin altında yatan en önemli neden ise; yoğun olduğumda zihnimin kendimle, kişilerle ve olaylarla daha az meşgul olmasıdır ki buda beni çok mutlu eder. Bu bilgiden yola çıkarak yoğun ama mutlu 1 ay geçirdiğimi anlayabilirsiniz. İnsan bir konuda fikir üretmeye başlayınca arkası geliyor. Üretmekle kalmıyor, ürettiklerinin üzerinde düşünüp, gelişmesine de katkı sağlıyor. Yani üretmekle kalmadım, hem geliştirdim hem de bu vesileyle azda olsa bir değişim yaşadım.

Değişim de öyle körü körüne olmuyor. Başta neyi değiştirmek istediğine karar vermek gerekiyor. Yada eksik tespiti yapmak… Bendeki en büyük eksik okuyamıyor oluşumdu. Pek çok şey okumama rağmen, hiçbir okuma bir kitabı okuyup bitirmenin sağladığı katkıyı sağlamıyordu. Eee işler yoğun, zaman yetmez olunca, vakit yaratmak farz oldu. Akşamları çok yorgun olduğumdan okumak için ne kadar çabalasam da başarılı olamamıştım. O halde geriye sabahlardan faydalanmak kalıyordu ki bu da mevcut uyanma saatime bakınca hiçbir işime yaramıyordu.  Böylece önce uyanma saatimi sonrasında da mesai saatimi 1,5 saat önceye çekerek öncelikle kendime vakit yarattım. İşe başladığım ilk yıllarda işime olan aşkımdan 2 saat evvel işe gider çalışmaya başlardım. O zamanlar içimdeki coşkuyu şimdilerde yaşamak pek güzel oldu. Üstelik sadece coşku yaşamak değil, işin güzel olan diğer tarafı ise  bu 1,5 saatlik süreci kitap/edebiyat dergisi okuyarak geçiriyor olmam, isteyipte bir türlü yapamadığım en güzel şey oldu.

Bu kadarla kalmadım. Sevgilimle çok güzel bir tatil yaptık. Hoş benim için onun olduğu her an çok güzel ve özel ayrı mesele ama birde deniz oldum mu daha ne isterim.. Tatilde de bir farklılık yaparak bol bol hareket ettim. Bilenler bilir ‘minimum hareket’ sloganını yaşam biçimi haline getiren bünyem, yürümek ve yüzmekle adeta çığır açtı.

Uzun lafın kısası zihnen ve bedenen dünya için küçük ancak kendi adıma büyük bir değişim yaşamış oldum. Beyne oksijen gidince bir aydınlanma oluyor haliyle, buda önümüzdeki günler için bana yeni fikirler, yeni değişimler ve beraberinde yeni yazılar olarak gelecektir. (diye umuyorum.)

Şimdilik hepinizi hasretle kucaklar, güzel bir hafta dilerim.

Sevgiler,


Yağmur