30 Mart 2013 Cumartesi

Sen nerden çıktın Kayahan?

Geçmiş bir Cumaretsi gecesine ait bu yazı. Uzun zamandır taslaklarda bekleyen yazının başlığının altını bugün doldurmayı uygun gördüm. Belki içimdeki korkuyu atmanın en iyi yolunun bu olduğunu düşündüğüm için şimdi yazıyorum. Lanet olası korkuyu bu kez annem oluşturdu içimde. Gülerek dinlediğim havadisler bir anda korkunç gerçeklere dönüştü. Yalnız kalmaktan korktum. Bu evde yapayalnız yaşayıp hayatımı sürdürmekten... Allah'tan tek dileğim korktuklarımın başıma geldiğini görecek kadar yaşamamak yada şöyle değiştireyim dileğimi şuna yaşadıklarımı bozma Allah'ım. Neyse bu korkudan sıyrılmak adına haftalardır bekleyen başlığın altını yazıyla doldurmaya geçebilirim.

Bir Cumartesi gecesi kalktık Haydarpaşa garına gittik. Fasıl eşliğinde tarih kokan bu mekanda sevgilimle başbaşa akşam yemeği yiyecektik. Mekan çok güzel. İnsanı şuandan koparıp, geçmişte yolculuğa çıkaran bir havası var. Kasanın hemen yanındaki minik masamızda otururken, inceden Türk sanat müziği çalıyor ve duvara yansıtılan filmde Sadri Alışık bir o yana bir diğer yana bakıyor o iç yakan bakışlarıyla... Duvarda oynayan sessiz film belliki acıklı bir aşk hikayesi...

Yemekler yiyiyoruz birbirinden güzel... Onu ilk kez hem içip, hem de yerken görüyorum. Normalde içtiği zamanlar yemez. Çatalının ucuna taktığı beyaz peyniri dişinin ucuyla koparır, kâh tabağına bırakır, kâh yeniden eline alıp havada daireler çizererek birşeyler anlatır. O keyifli bir şekilde yerken onu seyrediyorum. Bilmiyorum kaç kişi sevdiğini izlerken benim aldığım hazzı alır, kaç kişi sevdiğini benim gibi sever.... Ben kelimeleri birleştirdiğimde ortaya onu çıkarıyorum, onu koyuyorum her mekanın orta yerine, o oluyor gördüğüm her güzel manzara ve onu buluyorum aldığım havada... Ben bu düşüncelerdeyken sevgilimin arkasındaki iki ufak sandalyeye sahipleri geldi. Biri ud diğeri kanun taşıyan iki adam...

Çok sevdiğim bir oyun vardır kendi kendime oynadığım. İnsanlara bakıp, hayatlarını tahmin etme oyunu. Bu kez sevgilimi de dahil ediyorum oyunuma ve başlıyorum adamların hayatlarını tahmin etmeye. Elinde kanun olan hazin bir aşk yaşamış, hiç evlenmemiş ve yıllarca o kadını düşünmüş, sevmiş bir adam. Ud çalan evlenmiş, çocuklarıda var. İki kızı olmalı. Ama eşi ölmüş çocuklarıda semtine uğramıyor. Bu iki mutsuz adam ortak noktaları olan müzikle yıllarca bir arada insanlara müzik yapmış, eğlendirmiş olmalılar. Şimdi ikisi aynı oda da yaşayan bu iki adam biri hayırsız çocuklarını, diğeri kalbine gömdüğü aşkını düşünerek müzik yapıyor. Notalara basışlarından, şarkıyı söylerken yaptıkları vurgulardan yazdığım hikayeyi doğrulayacak noktalar çıkarıyorum. Mesela ud çalanın konuşmaya dalan müşterilere takılmasını, onu dinlemeleri için laf atmasını yıllarca çocuklarına söz geçirememiş olmasına bağlıyorum. Hem bunları anlatıp, hemde müziğe eşlik ediyorum. Sevgilim beklenmedik bir biçimde söylediği tatlıyı bitirmiş, yenisini istiyor... Öyle keyfiliki onun hep öyle keyifli hep yanımda olmasını diliyorum. Birden bir ışık giriyor içeri, omzunda kamerayla giren bu adam objektifi kapıya çeviriyor. O da ne? Kayahan...
Kayahan müzisyenlerin arkasına gelip mikrofonu eline alıyor...
Aynanın karşısına geçip geçip, kaderime ağladım içip içip,
Gönül sayfamda canım açık seçik senin adın yazıyor....
Alkışlar, tezahüratlar eşliğinde Kayahan 'hayatımda ilk kez montla şarkı söyledim' deyip, aklımızda tek bir soruyla bizi başbaşa bırakıyor...
'Sen nerden çıktın Kayahan?'derken, o geldiği gibi bir anda gözden kayboluyor.

26 Mart 2013 Salı

Günün anlam ve önemini bu resim anlatsın..


Baharda kuşlar gibi geldin kondun dalıma...

Yeni bir güne uyanmak için ideal bir şarkı. Olanca uykumu aldı götürdü yerine garip bir sevinç bıraktı. Eski şarkılar ne güzel, hatta eski olan her şey güzel bence. Belli bir dönemin yaptıklarının üzerine ilaveler yapan bir nesil olmadı, olduysa da bana hitap etmedi. Bu nedenle yanlış zamanda doğduğumu düşünürüm çoğu zaman. Daha önce gelmeliydim dünyaya. Doğum tarihim 1940 falan olmalıydı. Sevdiğim şarkılar benim zamanımın şarkıları olmalı, sevdiğim yerleri değişmeden görebilmeliydim. İnsan sonunu belirleyebildiği gibi evvelini de belirleyebilseydi keşke... Nerede, ne zaman doğacağını kendi tayin edebilseydi. Yok yanlış anlaşılmasın hayatımdan memnunum lakin sevdiğim insanları daha eskiden de tanısaydım mesela. Biri demişti ki 'insan sevince şimdiyle yetinmez, sevdiğinin geçmişini bile ister.' Doğru ister. İnsan bencilce düşünür durur. 

Der ki: 

'Ey sevgili, ben seni beklerken sen nerelerdeydin?' bazısı bu cümleyi biraz daha genişletir..

Der ki:

'Seni Lale sinemasının önünde bekliyordum. Sen neredeydin?'

Evet o bencillerden biri de benim. Evet bencil insana tahammülüm yok. Ama benimde içimde bencil bir yan beliriyor zaman zaman. Bu bencil istiyor ki geçmişe de gidebilsin. 

Bazen rüyalarımda sevgilim küçülür, ben büyürüm. Onu tutar elinden eski evinin bulunduğu sokaklarda gezdiririm. Tam okulunun önüne gelince dururuz. O bana bakar, ben ona.. aralık kapıdan, tıpkı o gün baktığımız gibi içeri bakarız. Birden fırlar elimden içeri girer koşarak. Bahçeye oradan okulun içerisine dalar. Kalbim küt küt gözlerimle takip ederim onu. Sarı badanalı, şirin okulu birden dev gibi görünür gözüme. Sevdiğimi içine hapseden koca bir dev. Koşarım peşi sıra, tahta merdivenlerini çıkar, sınıflara bakarım.. Birden bana seslendiğini duyarım. Cama koştuğumda bahçede gülen gözlerle bana bakar, elini sallayarak geldiği gibi çıkar gider. Rüyanın geri kalanı onu dar sokaklarda aramakla geçer. O hep bir yerlerden çıkar sonra kaybolur. Bir türlü yetişemem. Korkumun çığlığa dönüştüğü an uyanırım. 

Gecelerimi bölen bu rüyayla bir kez daha anlarım geçen zamana koşarak yetişemem..

Ama devam ederim şarkımı söylemeye..

Baharda kuşlar gibi geldin kondun dalıma,
Susamıştım sevgiye çiçekler sundum sana.
Seversin diye..seversin diye..

Bu saatte öğrendiklerim

Gecenin bir yarısı öğrendiklerimi okuyunca eminim sizde şaşıracaksınız. Şimdi arkadaşlar yeni bir kanun çıkmış bu kanuna göre her ev sahibinin risk bildiriminde bulunması gerekiyormuş. Ha derseniz ki koşul ne? şöyle açıklayayım; apartmanınızda kapıcı var ise yönetimin gidip biryerlere bildirimde bulunması gerekiyor. Nereye diye sormayın bu konuda net bir bilgi yok. Net olan tek bilgi bu yasanın 1 Ocak tarihinde yürürlüğe girdiği ve bildirimde bulunulmayan her ay için 3.234TL ceza ödeyecek olması.. Ayrıca birde şu var müfettiş gelirde bildirimde bulunmadığını tespit ederse cezaları kat kat ödüyormuşsunuz. Müfettişin ne zaman geleceği de belli değilmiş. Müfettişin canı mı sıkkın gidip bi yan apartmanı denetleyeyim demesi cezaların gelmesi demek olabilir. Risk bildirimi mi ne? Evin sağlam mı değil mi, risk teşkil ediyor mu ona bakacaklar. Bunun kapıcıyla ne alakası olduğu ayrıca merak konusu. Sonuç ne derseniz valla bende anlamadım saat 01:05 ve yarın işe gitmem için yatmam gerekiyor. Hadi iyi geceler merak edenler internetten araştırma yapabilir. Başka bilgiye ulaşanınız haber verir artık.

Dizim bitti televizyon faslı kapandı...

Kayıp Şehir bugüne kadar yapılmış en güzel İstanbul dizisi... Dizi İstanbul'u anlatmıyor lakin tüm karakterler İstanbul'u çağrıştırıyor. Renkli, karmaşık, eğlenceli, tehlikeli v.s. Şimdi birileri kalktı ve bu güzelim diziyi toplanan milyonlarca imzaya rağmen izlenmediğini söyleyerek kaldırdı ya ben bu akla şaştım. Sen kalk böyle güzel birşey yap, insanlar keyifle izlesin, hayatı olduğu gibi izlerken hissetsin tüm karakterler birer parçan haline gelsin ve birden bire son bulsun. Bu ülkede ağız tadıyla dizi bile izlenmiyor ya insan gitmek istiyor...

25 Mart 2013 Pazartesi

Halamın tek erkek kardeşi olsa olsa dedem olur.

İşten eve dönüyorum ve en büyük zevkim olan uygun radyo istasyonunu bulma çabam bu sefer eve varmadan gerçekleşiyor. İbrahim Tatlıses'in şarkısına sesim yettiğince ki daha çok bağırarak eşlik ediyorum derken şarkı bitiyor ve sevimsiz sesiyle dj günün sorusunu soruyor.
Halamızın tek erkek kardeşi bizim neyimiz olur?
Ben bir sonraki şarkıyı beklerken başlıyor gelen cevapları tek tek okumaya.
Abim, eniştem, dayım,bacanağım veee dedem. Kopuyorum girdiğim gülme krizinden çıkacak gibi değilim. Devamı geliyor adının Ahmet Yıldırım olduğunu öğrendiğim bir kişi ısrarla eniştem olur diye mesaj atıyor. Dj delirmiş gibi durmadan aynı şeyi tekrarlıyor 'halamızın tek erkek kardeşi diyorum arkadaşlar cevap çok basit şaşırtmaca yok lütfen iyi düşünün' aralarda cevapları yeniden okuyor ve ısrarla ' eniştem olur' cevabını veren Ahmet Bey'e 'Ahmet bey eniştem cevabı yanlış lütfen mesaj atmayın' diye sitemde bulunuyor. Gülmem ağlamaya dönüşüyor deli gibi bağıra bağıra gülüyorum yanımdan geçen arabalara aldırmadan. Ve bir şarkı bölüyor gülmemi 'Hasret kaldım' bu kez sessizce eşlik ediyorum.

Sevgilim ve ayrılmaz parçası gazeteler

Sevgilim ve gazeteleri ayrılmazlar. Bazen gazetelerin sadece onun için basıldığını düşündüğüm bile olur. Çünkü sabah gözünü açtığında yada bir yola çıkarken yapacağı ilk iş gidip gazete almaktır. Bunu o kadar sistematik bir biçimde yapar ki gazete olmadan hiç birşey yapılamayacağını bile düşünebilirsiniz. Okumasına gelince o gazeteyi en ince ayrıntısına kadar inceler, köşe yazılarını okur, notlar alır. Küçük küçük kağıtlara aldığı notlar zaman zaman benim ödevim olur. Ya alınacak bir kitap vardır yada gidilecek bir film. Hatta bazen yeni keşiflerimize konu olacak bir yer bile olur bu notların arasında.
 
O tüm bunları yaparken izlemesi ise benim için büyük bir keyiftir. Çünkü herkesten farklı bir okuma stili geliştirmiştir. Önce gazeteyi havaya kaldırır sonra dirseklerini hafifçe kırarak baş ve işaret parmaklarıyla gazeteyi uzun bir dikdörtgen haline getirir. Bu işlemi yaparken ağzında dolandırdığı kırık kürdan parçasını dişlerinin arasında sıkıştırır, bana bakar ve gülümser. Öyle sevimli bir hali vardır ki yanaklarını sıkmamak, sıkıp sıkıştırmamak için kendimi zor tutarım çünkü o an ki ciddiyetini bozmaktan çekinirim. Bazen bende elime bir gazete alır ona eşlik ederim. Ama bir gözüm hep ondadır, okurken yüzünün aldığı şekli ezberlemeyi severim. Bazen kaşlarını çatar 'şuna bak' der bazende kahkahalarla güler ve 'bak bu mutlaka okunacak, anlaşıldı mı' diye takılır. Dünde o, gazeteleri ve ben toplandık Pazar kahvaltısı için Fenerbahçe'ye gittik. Kahvaltı keyfi bir yana onu gazeteleriyle izlemek bambaşka bir keyifti.  Tok kahkalarıyla etrafı şenlendiren, ağzındaki kürdanı türlü şekillerde döndüren bu adamı bir de gazeteleriyle görmenizi sağlayacak bir yazı yazmak lazımdı, yazdım.
 
Not: En kısa sürede kendisinden gazete okuma teknikleri konusunda ders almam gerekiyor. Zira o gazeteler benim elime geçtiğinde hallaç pamuğu gibi etrafa dağılıyor.

24 Mart 2013 Pazar

Dilek tuttum, kurtulmak istedim.

Annem ve soruları,
Babam ve soruları,
Ablam ve soruları,
Arkadaşlarım ve soruları...
O kadar bıktım ki bu bitmeyen sorulardan, söylediğim yalanlardan...
Oysa yaşıyorum işte nasılsa nasıl, kiminleyse kiminle, neyse ne...
Şuan şu yazıyı yazarken bile annemin, babamın bitmeyen bu soruları beni yordu. İsterdim ki herşeyi olduğu gibi anlatabileyim, üzerimdeki yüklerden kurtulabileyim ama yok mümkün değil. Neden? Çünkü herkes doğruyu ister ancak kimse tahammül edemez. Yalanlar kendini avutmak için söylenmiş en güzel sözlerdir. Bu güzel günün devamında tadımı kaçıran tüm sorulardan kurtulmayı diliyorum.

Kadehim yeni keşiflere....

Dün sevgilimin hazırladığı kahvaltıyla güne başladım. O öyle tatlı bir adam ki, herşeye ayrı bir keyif katar bazen uykuya, bazen yemeğe, bazen uzun bir yürüyüşe herşeye ama herşeye... Bu güzel kahvaltının ardından koltuklarımıza yapılıp oyunlarımızı oynarken bir yandan da planlarımızı yapıyorduk. Küçük bir kahve molasıyla ara verdiğimiz oyunumuza kahve sonrası devam ettik. Ve tekrar planlar... Benim Bayrampaşa Plan'ım 2 haftadır gündeme gelip gelip rafa kalksa da en güzel teklif yine sevgilimden geldi.
Taksim...
İlk başta sıradan bir yer gibi gözükse de farklılaştırmayı başardık. Önce Kadıköy'den Karaköy'e oradan tünelle Beyoğlu'na ...
Tünelin karşı sokağından başlayarak, ara sokaklardaki 5TL'ye tekila satan barları, görmediğimiz binaları, daha önce gitmediğimiz Asmalımescit'i ve meyhaneleri gördük. Sokağın bittiği yerde sıralanmış Karadeniz lokantaları küçük bir mola yeri oldu. Heyecanla, keyifle içtiğimiz lahana çorbasının ardından Sadri Alışık sokağa girme telaşım yine hiç görmediğimiz yerleri görmemize vesile oldu. Çukurcuma, Cihangir, Firuzağa... Asri turşucusunda içtiğimiz turşu suları... Sıraselvilerden çıkıp girdiğimiz kilisede ikimizin adına mum dikmem, şükretmem ve en son durak yine Asmalımescit Ya-Re meyhane...
Sevgilim karşımda, içkim elimde, keyfim yerinde....
Ve kadehim birlikte nice keşiflere.....

14 Mart 2013 Perşembe

Küçük bir yol hikayesi..


Yaz…
Gizli saklı, türlü tülü yalanlarla çıkmışız yola. İçimizde büyük bir heyecanla Topçular’dan arabalı vapura biniyoruz. O bana bakıyor, ben ona.. Gecenin bir yarısı, hatta sabaha karşı bunca konuşacak konuyu, gülünecek mevzuyu nereden bulmuşuz bilinmez. Gizliden gizliye henüz tek tarafın itirafıyla şekillenen benimse içime yerleşmekte olan aşk ile yolculuk ediyoruz. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadan varıyoruz Yalova’ya. Araçlarına binenler, kemerini takıp aracını çalıştıranlar, motor sesleri ve gözlerinin içi gülen iki insan; o ve ben. Derken güüümmmm diye bir ses..
O hemen fırlıyor arabadan arka çaprazımızdaki kamyonun jantının arabanın lastiğine doğru saplandığını görüyoruz. Benim ki ‘Yaa naaaptın arkadaş’ diye bağırıyor. O sırada gençten kamyon şoförü özür diliyor. Belli ki korkmuş iyi bir araca çarptığı için. Onun gözlerindeki korkuyu fark ettiğim an duruma el koyuyorum.

‘Geçmiş olsun.. Tamam tamam hiçbir şey yok..’
Benim bu tesellim üzerine tutanak tutmak adına araçları iskelenin dışındaki güvenlik noktasına çekiyoruz. Ben yine genç şoförün titreyen ellerine bakıp duruma el koyuyorum. ‘Ver ben yazarım tutanakları sen git fotokopi çektir’ diyorum. Bir yandan da açılan tshirtümü düzelten sevgilime ‘tamam canım yok bir şey sağlık olsun’ demeyi sürdürüyorum.

Koca yerde 1 adet fotokopi makinesi olmadığı için başlıyoruz kamyon önde biz arkada tin tin ilerlemeye.. En sonunda bir benzinlikte duruyoruz ben fırlayıp fotokopi makinesi sorup duruyorum. Olmadığını anlayınca güler yüzlü kamyon şoförümüz koşarak karşıya geçiyor. Ben yine türlü maymunluklar yapıp olayı komik bir hale sokmayı başarıyorum.

Ve kahraman şoför yüzünde fotokopi çektirmiş olmanın gururu, elinde kağıtlarla koşarak bize doğrul geliyor.

El sıkışıp iyi dileklerle ayrılıyoruz…

O bana bakıyor, bense çoktan bakmışım bile.. gülüyoruz ve yola devam ediyoruz..

11 Mart 2013 Pazartesi

Sevgilim, rehberim, her şeyim!


İstanbul’da yaşayan İstanbul’a yabancı ben, sevgilimin rehberliğinde İstanbul gezisine çıktım. O anlattı ben dinledim, o anlattı ben ağzım açık etrafı gözlemledim. Sevgilim benim yalnızca sevgilim değildir, o yol arkadaşım olmasının yanı sıra bana rehberlik eder. O anlatırken onun bunca şeyi aklına nasıl olupta sığdırdığına şaşarım. Tarihle ilgili anlattıkları genelde hatırımda kalmaz. Ama o bıkmadan tekrar eder, bir gün öğreneceğimi ümit ederek keyifli anlatımını sürdürür. İşte bu hafta sonu da yine onun rehberliğinde çıktığımız İstanbul turunda Kabataş – Eminönü – Karaköy civarlarında dolandık durduk. Tophane dolayları pek keyifli geldi. Tesadüfen önünden geçerken kendimizi içeri attığımız lokantada Karadeniz yemeklerinin tadını çıkardık. Kılıç Ali Paşa Hamamı’nın önünden geçerken Kılıç Ali Paşa’nın kim olduğunu sorması üzerine ona komik bir hikaye anlattım. Tabiî ki bilgim yoktu. Onun gibi tarihleri aklımda tutamıyorum. Gülerek anlattı kim olduğunu.. Osmanlı’da denizciymiş.. bir denizci adına neden hamam var ki? Diye düşünmedim değil. Aklımda bu soruyla yürüdük dar sokaklarda. Galata köprüsünde resim çektik. O benim resmimi çekti, bense onu hafızama kazıdım. Yüzünü, gülüşünü, bir şey anlatırken birden durup o koca elleriyle anlatımını renklendirmesini öyle çok seviyorum ki..

Sırf onu sevdiğim için seviyorum bu şehri de.
O sevdiği için, onunla bu şehir güzelleştiği için.
Aslında sevmem İstanbul’u.

Şimdi sokaklarında güzellikler görüyorsam onu sevdiğimden,
Denizi başka, göğü bir başka maviyse onun sayesinde.

Bazen gider İstanbul’dan, koca İstanbul boşalır. Gözüme her şey puslu, kirli, sevimsiz görünür. Ama o ayak bastığında bu şehre, tüm bulutlar dağılır. Adeta çevirdiği yüzünü döner İstanbul.  Ve ben bir kez daha anlarım, sevgilim benim herşeyim!

Düşünmek kabusumdur!


Yaşım 32. Kendimi bildim bileli yani 3 yaşımdan bu yana (bazılarınıza abartı gibi gelebilir lakin 3 yaşında yaptıklarımı, düşündüklerimi gayet net hatırlıyorum.) kendimi arındırmaya çalıştığım düşüncelerim var. Bu konuda kendimi durmadan zorlamam 29 senedir hiçbir işime yaramadı. Genelde en mutlu anlarımı hedef seçen bu saçma sapan düşünceler günlük hayatta beni canımdan bezdirmekle kalmaz, yoğun bir melankoliye sürükler. Tek bir rüyanın insan hayatını nasıl değiştirdiğine tanıklık eder hayatım.

Yaş 3: Sokağa çıkmayı sevmem. Onun yerine evde olmak güvende olmak demektir. Bana bakan aile büyükleriyle birlikte olmak yeterde artar bile. Onların hemen her şeyi bilmeleri ilgimi çeker. Benim ileride yaşayacağım şeyleri çoktan görmüş, yaşamış olmaları ilginçtir. Nefretin gelip geçtiği, ardında şeker gibi, bal gibi insanlar bıraktığı yaşlı bedenlerinde yaşarlar. Onlarla olmayı hep sevdim. Hayatımdan çıkıp gidişleriyle ömrümce içime yerleşecek korkulardan habersiz yattığım bir öğlen uykusunda; sokağa çıktığımı, eve döndüğümde evde kimsenin olmadığını görüyorum. Korkuyla apartmanın diğer katlarına, oradan bağırarak sokağa çıkıyorum. Hiç kimse yok.. Benden başka hiç kimse yok.. Kan ter içinde uyanıyorum. Ağlıyorum, ağlıyorum, ağlıyorum…

O gün, o öğle uykusunda içime yerleşen korku sinsice düşüncelerime dağılırken çokta farkında olamıyorum. Bir gün, delice yağan yağmur yolları dereye döndürdüğünde aklımda aynı rüyayla camın önüne gidiyorum. Toprağı önüne katarak çamur yığınına dönüşen suyun hızla akışına bakıp düşünüyorum, düşünüyorum ve birden avazım çıktığı kadar bağırarak ağlamaya başlıyorum. Tek düşündüğüm anneannem ve dedemin sele kapılıp gittiği ve bir daha dönmeyecekleri. O rüyadan bu düşüncelere nasıl kaydığımı bugün bile çözebilmiş değilim.

İşte o gün kazandığım bu hastalıklı kaybetme korkusu tüm hücrelerime dağılarak çoğaldı. Çocukluğumun geçtiği, beni büyüten, benimle oyunlar oynayan bu güzel insanların ölümüyle sarsıldığımda o korkunç rüyayı tekrar tekrar yaşadım kendi içimde. Korkular sinsice omzumda bekleyen birer düşman oldular, hep bir sonraki mutlu anı tetikte bekleyen birer asker, birer gözcüydüler.

Ne zaman ki mutlu olsam omzumu dürtüp ‘kaybedeceksin’ diyerek kulağıma fısıldadılar. Yalnız anlarımı kollayıp korkuttular. Bazen öyle çok korkuyorum ki her şeyin sonunun bu korkular yüzünden ölmek olduğunu düşünüyorum. Başka da bir şey düşünemiyorum.


6 Mart 2013 Çarşamba

Yazmak öfke içeren bir eylemdir.


Benim için yazmak genelde öfkeli zamanlarda gerçekleşen bir eylemdir. Öfkem o kadar büyüktür ki ancak yazarak hafiflerim. Yazmak kurtarıcımdır çoğu zaman. Bir yunus misali dipten alır ve su yüzüne çıkarır. Bazende bir çöpçü balığı gibi diplerde dolanırken bana arkadaşlık eder.  

Ne zaman, nasıl başladım yazmaya hatırlamıyorum. Hatırladığım yazmayı öğrenmeden önce çizerek yazdığımı iddia etmemdi. Hayal gücüm her zaman sınırsızdı. Görünmeyen arkadaşlar üretmekte zorlanmazdım. Kendime benzer insanlar hayal eder onlarla konuşur, güya oyunlar oynardım. Bunu öyle abartırdım ki boş olan koltukta arkadaşımın oturduğunu söyleyerek evdeki kimseyi oturtmazdım. Bu ilginç tavırlarımı önceleri delirdiğime yorsalar da , hayal gücümün ne kadar da geniş olduğunu sonradan anlamışlardı. Bazen düşünüyorum da keşke hep hayali arkadaşlarım olsaydı. 

Gerçekler acıttığında bir başka sığınak hayallerim oldu. İnsan zihninin sınırları olmadığını da yine küçükken keşfettim. Odada otururken birden deniz kenarına gidebiliyor, denize giriyor, kumdan kaleler yapıyordum. Çok canım sıkıldığında hiç bilmediğim bir ülkenin bilmediğim sokaklarında yürüyüp ferahlama imkanına sahip olduğumu da o zamanlarda öğrenmiştim. İnsan yoluna öğrendiklerini uygulayarak devam edemiyor çoğu zaman. Hayatına insanlar dahil oluyor. İşte ne oluyorsa ondan sonra oluyor. 

İnsanlar....

İnsanın dahil olduğu her şey karmaşık bir hal alıyor. Etrafın kalabalıklaştıkça içsel yalnızlığın artıyor. Yalnızlığın öfkeni, öfken yazmayı tetikliyor. 
Böylece yazmak bazen öfke barındıran bir eylem olmaktan öteye gidemiyor.