30 Kasım 2016 Çarşamba

ALİS FELAKETLER ÜLKESİNDE..

Dün kötüydü, ondan önceki günde, ondan öncekilerde.. 
Bugünde kötü.. Bugünde güne iyi başlamadık.
Adana’da yangın haberi..
2016 yılında okulu, yolu, servis aracı olmayan bir ülkede yaşadığımıza mı?
Tüm olanaksızlığa rağmen çocuklarının okumasını isteyen ailelerinin çocuklarının çıkan yangında ölmesine mi?
‘Yangın merdiveni kapalıymış’ diye açıklama yapıp, bir de ‘anahtarı hayatını kaybeden eğitmendeydi’ diyip, ölenle beraber olayın üstünü örtmeye çalışan yetkiliye mi?? Neye kızalım? Neye üzülelim?
Hadi hepsini unutup evden çıkalım. Tahammül edilebilir bir şeyler bulmak adına, yaşamın devam ettiğini düşünerek yola koyulalım. Hadi kadrajı kendime çevirip size devamını anlatayım..
Evden çıkmışım hava zifiri karanlık..
Neden?? 
Efendim bundan sonra böyle, gün ışığından faydalanacağız. Biri istiyor ve hoooop saatler geri alınmıyor.
Neden??
Çünkü biz saatleri değil, medeniyeti geri sarıp ilkelliğe dönme çabasındayız. Tabi bu hiçbir alt yapı olmadan yapılıyor. Oysaki dijital ortam otomatik saatleri geri almış durumda, milletin toplantısı, maili, banka ödemesi her halt şaşıyor.. Ama olsun..
Hem mecazi anlamda, hem de gerçekten karanlık olarak güne ilk adımı atıyorum. Haydaaa atamıyorum.
Neden???
Çünkü ülke yeniden inşa ediliyor. Yollarda hep bir çalışma.. Sanki topraktan aldıkta, bugün üzerine inşaata girişmişiz. Dün gittiğim yol bugün kapalı, dün köprü vardı bugün yok, dün otobüs durağı vardı bugün güzergah değişmiş otobüs başka yerden gidecek..
Vatandaşa haber vermek ne demek?? Sen kim köpeksin ki devlet sana haber verecek?? Sabah çıktığında görürsün değil mi??
Eee yol yok ne yapıcaz?? Mezarlığı kullanıcaz elbette. Karacaahmet’in içi bildiğiniz E5. Mezarlık yolu dar olduğu için ve yapılırken haliyle trafiğin buradan işleyeceği düşünülmediğinden yol bir hayli dar. Bir araba mutlaka mezarların bulunduğu bölüme çıkmak durumunda.. Öyle böyle ulaşacağız gideceğimiz yere, inatçı milletiz ya biz. Ölüye falan da rahat vermeyişimiz bundan.
Neyse varıyorum iş yerine. Her zamanki gibi yer yok. Çünkü herkes Külhan beyi. Dubayı alan Allah’ın sokağını işgal etmiş. Dön dolaş yer bulup yürüyorum. Hadi diyorum yağmur yağıyor, havanın serinliği yüzüme vuruyor.. Hadi boşver, boşver de iyi başla güne..
Tam ofisin önüne geliyorum. Deli gibi yağan yağmurun altında elinde hortum bahçeyi suluyor şirketin akıllısı.. 
Hey güzel Allah’ım sen sabır ver diyip, ‘Allah’tan kork bu yağmurda suyu boşa akıtıyorsun’ diyorum. Cevap gecikmiyor. ‘Yerdeki yaprağı su yardımıyla kanalizasyona isabet ettirmeye çalışıyorum’ diyor. ‘Kapat çabuk o suyu, boşa akıtmayın’ diye söylene söylene içeriye giriyorum. Derin bir nefes alıp, hangi akla hizmetse internetten gazeteye bakayım diyorum.
Erdal Tosun vefat etmiş.
Neden? Trafik kazası..
Saatleri geri almadığımız için zifiri karanlıkta uykusunu açamadan direksiyon başına geçen sürücü mü kabahatli, yollarımız yol değil ondan mı oldu, efendim karşı tarafın sürücüsü Beşiktaş Belediyesi Planlama Müdürüne ait aracın şoförüymüş ona mı kızalım, yoksa planlama müdürüne bile özel araç ve makam şoförü tahsis edecek kadar israfa girmişiz ona mı söylenelim? Can gitmiş biz işi gücü bırakıp suçu kime atsak diye düşünüyoruz, insanlığımızı mı sorgulayalım??
Ölüme üzülecek vaktimiz kalmadı. Dün Dilara için üzülürken, üstüne yangın haberi, haberi atlatmadan trafik kazası, kim bilir bu satırları yazarken kimler ölüyor??
Korkarım bu sorulardan daha korkunç bir cevap içimde yükseliyor..
‘Deccalın hüküm sürdüğü bir ülke elbet cehennem olacaktır.’ diye..

Son olarak;

Ölenler kendini kurtaranlardır çünkü buradan gayrı her yer onlara cennet olacaktır…Umarım yattığınız yerde huzur bulursunuz demek istiyorum ama orayı da yol geçen hanına çevirdik, orada da huzur bırakmadık diye lafımı geri alıyorum. Başımız sağ olsun da demeyeceğim zira bizim başımız falan sağ olmasın mümkünse!!!



29 Kasım 2016 Salı

Hakkını helal et Dilara!


Bundan 1 yıl önce, kendimi çok yalnız, çok kötü, çok üzgün, çok mutsuz, çok umutsuz hissettiğim bir dönemdi. Güvenim yerle bir olmuş, olmaz denilen ne varsa olmuş ve ben tek başıma odamda ölmek için dua ederken bambaşka birinin yaşamak için dua ettiği bir sürece denk geldim. İşte Dilara’yı tanımam böyle oldu..

Dilara… 
27 yaşında, lenf kanseriydi. Çılgınca sevdiği Aykut’u, birde Demir adında oğlu vardı.
Resimler yayınlardı, Aykut’un onun için yazdıklarını, söylediklerini paylaşırdı. Hayata değil, Aykut’a tutunurdu.
Peki ya Aykut..
Aykut, ‘ADAM’ kelimesi nasıl ortaya çıktı sorusuna bir yanıttı. O kelimenin içini dolduran adamlığı, insanlığı ve zamanlara sığmayan sevgisiyle örnek bir sevgiliydi..

Dilara onunla ilgili olarak şöyle diyordu,


  
Hayatımın ilk beş yılını saymazsak ömrümün yarısı oldun bu yıl sevgilim. 11 yıl önce bu geceydi "Aykut ben" dediğin o an. Acemi aşık telaşlı sorularının muhatabı olduğum gece 11 yıl önce bu geceydi. Gururla bakıyorum şimdi buradan on yedi yaşıma o mükemmel adamı etrafımda pervane ettiğim için. En aptal çağım olarak gördüğüm yaşlarımda seni dünyama kabul ettiğim için sevgiler gönderiyorum genç kadın olmaya çalışan çocuk Dilara'ya.
Bir iki istisna hariç her yıl o tanıştığımız küçük deniz kıyısı köyde olurduk bu tarihte. Bir kutlama yapmasak bile geçen yılları anardık aşkla. Bugün bir hastane odasında kapalı, aylardır bitmeyen sınavımızın bir gününü daha deviriyoruz. Ama oğlumuz orada tanıştığımız o küçük yere gidecek bizim için..
Götür onu anne!
Deniz kıyısındaki tanıştığımız cafenin önüne götür. Anlat nasıl tanıştığımızı, nasıl aşık olduğumuzu. Senden büyük şahidimiz yoktur zaten. Dere tepeye götür onu. Babasının nasıl elimi tutmaya utandığını anlat. Cesur annesinin, ürkek genç babasının ellerini kavradığında babasının ellerinin nasıl da titrediğini anlat. Öyle bir adamın oğlu olmanın gururunu anlat ona. Kadına nasıl değer verilebileceğini öğrensin.
 "Karşımdaki kadının temiz olmasını istiyorsam ben de temiz olmalıyım" dediğini söyle. Beni bu sözle kendine bağladığını anlat. Bana daha ilk günlerde anlattığı gelecek hayallerinde ne ev, araba vardı ne para. Devlet koruması altında kalan çocuklar için yapmak istediklerini anlatıyordu 19’unda. İnsanlar için faydalı şeyler yapmak istediğini... Söyle oğlumuza babası idealist bir adam. İnsanlık için çalışıyor hala. Vazgeçmedi geçmeyecek gurur duysun. Annen iyi olacak de ona. Seneye bu zamanlar seninle burada kumdan kale yapacaklar ve üstüne bir mum dikecekler de. 12. Yıllarını böyle kutlayacaklar.
Geçen sene bu zamanlar hamilelik hormonları nelere gark ediyordu ruhumu. "Beni kaybetme korkun yok" diyordum sana sevgilim. Kaybetmiş miydin emin değilim şuan. Ama son 8 aydır geri kazandığına eminim.
 Sakın korkma sevgilim. Kimse bu dünyada beni bu kadar kazanamazdı.


Ve sonsuza dek mutlu olmuşlar fotoğrafı. Aykut'umun "ah Dilaram ne güzelsin" bakışı o günün üzerinden beş yıl geçti bugün. Birbirimize çoğunlukla böyle baksak da çetin kavgalar ettiğimiz, kapıyı vurup çıktığımız sonra dilimizde bir özürle tıpış tıpış geri döndüğümüz zamanlarımız da oldu. Ben "beni kaybetme korkunu kaybettin" diye ağladım. Allah hiç beklemeden ona bu korkunun en ağırını verdi. Dualarım kabul oldu anlayacağınız(!) Ben kanser oldum çünkü. Sonra doğurdum hemen akabinde hastaneye yattım. Saçlarım kazındı vücudum öylesine sarkık ve çatlaktı ki.. Çok şişmandım! O haldeyken beni yıkadı. Ben görüntümden utanıyordum o beni seviyordu. Sonra öyle zamanlar oldu ki tuvaletimi yaptırdı. Bağırsaklarım sık sık bozuluyordu sürekli gaz çıkarıyordum yanında. Ortalığa üstüne kustum çokça. Yemek yerken lokmaları ağzımda çevirtmiyordum ağzım yarayken, parmağımı ağzıma sokuyordum bu yüzden onun karşısında. Otururken, kalkarken, yatarken, yürürken hep onun yardımına muhtaç günler. (Ki daha bugünlerin benzerler çok olacak) Ben bunları yaparken o hala bu fotoğrafta baktığı gibi bakıyordu bana. Ah sevgilim bu kadar aşk tüm hastalıklara çare olmalı hatta ölüme bile! Allahım bu beş yıl için şükür lütfen 35 yıl daha... Amin.

Sevgilerin kolayca harcanabildiği, sevdiğini söyleyenin kolayca bırakıp gidebildiği, hastalanınca, değişince, işine gelmeyince kolayca terk edebildiği, verilen değeri hiçe sayıp başka kollara koşabildiği günümüzde Aykut’un varlığı nasılda mucizevi.. Dilara’yı bir an olsun bırakmayan, yanından ayrılmayan, ona olan aşkını bıkmadan, usanmadan haykıran o adam, Aykut! Şöyle sesleniyor sevdiğine, ve Dilara şöyle yanıtlıyor onu..

Aykut: O güzel gözlerine her gün bakabilmek için peşinden bir ömür boyu geldim, geliyorum ve geleceğim :)Yeniden tanışalım mı? Tam bu anda girmiştim hayatına. Şimdi; 11 senelik sevgilin, 5 senelik kocan, çocuğunun babası, en iyi arkadaşın ‘Aykut ben’. Kutlu olsun, sonsuz olsun. Biraz ütopik olacak ama 111 olsun! Neyse ki biz ütopyaları severiz:)
Dilara: Bitmeyecek uzun bir yol o sanki. Bitmesin Allahım.
Aykut: Güzel günler elbet gelecek. Biz sabırla bekliyoruz. Yağan yağmurdan müsaade isteyip, ortaya çıkacağız. Sen güldüğün zaman renk renk olacak her yer. En güzeli senin gözlerinin parıltısı..

İşte bu iki özel ve güzel insan milyarlarca insan arasında birbirini bulmuş, birbirinin kıymetini bilmiş, birbirine tutunmuş ya.. bana da kocaman bir umut oldular. Onları izleyerek yaşadığım o kötü zamanları bir nebze unuttum. Onlar için dua ettim, benim gibi niceleri etti.. Ama tüm bunlar yeterli olmadı. Ve dün Dilara aramızdan ayrıldı. 
Çok sevdiği Aykut’unu, biricik Demir’ini bırakıp gitti. Üzüntümün tarifi yok. Söyleyeceğim hiçbir söz hislerimi ifade etmeyecek biliyorum. Ama deneyeceğim..

Sevmenin, inanmanın, güvenin, aşkın ve en önemlisi umudun yansıması, Dilara! Bana ve benim gibilere çok şey öğrettin. Görmesini bilen gözlerin görebileceği bir aşkı yaşattın bizlere. Hayata değil Aykut’a tutundum diyerek, hayatı hayat yapanın sevdiklerimiz olduğunu gösterdin. Aykut’a güzeller güzeli Demir’i bırakarak gittin.. Dilerim mekanın cennete, yolun ışığa ve ruhun huzura kavuşsun.. Hoşça kal..

Ve Dilara’ya bu yalan dünyada cenneti yaşatan adam, Aykut,
Ettiğim, edeceğim ve edilecek tüm duaların sana dayanma gücü vermesini diliyorum Allah’tan.. Dilara’nın sözüne katılarak ve yine onun sözleriyle son vermek istiyorum satırlarıma.. 

‘Baba gibi baba, anneden çok anne bazen de… İnsanların her şeyi olmayı iyi bilir o zaten..’

Büyük üzüntü ve en derin sevgilerimle,
  

Yağmur