10 Mart 2016 Perşembe

Vesvese üzerine…

Dün çok yorgundum erkenden uyudum. Sabah uyandığımda mesajını gördüm o sevinçle seni aradım..

Arar aramaz meşgule verince, yanında birilerinin olduğu düşüncesiyle mesaj gönderdim..

Sonra mı?

Sonra sardı bir vesvese..

En kapsamlı manasıyla içe düşen şüphe anlamına gelen bu duygu, kurtulduğumu sandığım noktada yakaladı beni..

Baktım çarpıntım artıyor, kulaklarım uğuldamaya başlıyor, kontrol elden gidecek gibi yazayım dedim.

Belki yazarsam işin içinden çıkacak bir yol bulurum, belki yazdıkça şeytana pabucunu ters giydirebilirim.

Belli bir noktaya gelmişken bunu kendime yapmayacağım. Beni esir almasına, beni ‘EMİN’ olmaktan uzaklaştırmasına izin vermeyeceğim. Şuan verdiğim savaşı satırlara dökeceğim..

Biyolojik açıdan ritmi bozuk kalbimin atım hızını arttırıp, atriyoventriküler düğüme kök söktüren, ‘bak seni öyle bir duruma getiricem ki, bu kızın kalbinin atışını sayamayacaksın bile’ diyerek kafa tutan, kan basıncının artmasıyla soluklarımı sıklaştıran, elimi ayağımı tirtir titreten, yazıyı bile yazmamı işkenceye dönüştüren vesvese, seni YENECEĞİM!

Seni tanıyorum…

Seni çok iyi tanıyorum…

İlk tanışmamız 4-5 yaşlarında oldu.. Küçücük çocuktan ne istedin acaba? Kendi halinde oyunlar oynayan, yaşıtı hiçbir arkadaşı bulunmayan bir çocuktan ne istemiş olabilirsin??

Babam her gece bana masallar anlatırdı. Sonra beni doğrultur ve ‘hadi aç ellerini’ derdi. Başlardı dua okumaya… Felak, Nas, Fatiha, İhlas..

Kelime kelime, yavaş yavaş okuyarak ezberletti duaları. Acaba açtığım ufacık ellerimden göğe yükselen duam mıydı seni bana musallat eden? Belki de o zamanlar bile ettiğim duaların ardından ‘ben en çok annemi ve babamı seviyorum, sonra Allah’ı seviyorum’ demem miydi beni seçmene sebep?

Tabi baktın bu inanacak gibi ama bir yanı sevdiklerine çok bağlı, öncelik sevdiklerinde, salayım yüreğine korkuyu da şüpheye düşsün dedin..

Sinsice plan yaptın…

Belki işi gücü bıraktın benim peşime düştün..

Ve bir gece yapacağını yapıp rüyama girdin…

İlk kabus annemle başladı..

Birlikte Kadıköy’deydik.. Elinden tutmuştum annemin.. hep anneme bakarak yürüyordum, bir ara kafamı başka yöne çevirdim, tekrar anneme baktığımda başka bir kadının elini tuttuğumu fark ettim, kadın yüzünü bana çevirdiğinde ise o yaşta bir çocuğun ancak cadı olarak tabir edebileceği cinsten biriyle karşılaştım.. Bağırarak uyandım… Bir daha hiç uyumak istemedim. Ama öyle olmadı…

Her çocuk gibi öğlen uykusuna yatırılıyordum. Uyumak istemememe rağmen uyuyakalmıştım. Rüyamda yine annemi arıyor ve bulamıyordum..

Ve birden önce evimizde, sonra apartmanda, sonra bulunduğumuz sokakta ve sonra koca dünyada benden başka kimsenin olmadığını görüyordum.. Sonrası yine bağırarak uyandım. Ağzım mühürlenmiş gibi kimseye bu konuda bir şey demedim, niyeyse diyemedim.

O ara anneme olan düşkünlüğüm arttı, tabi artan sadece düşkünlük değildi ‘ŞÜPHE’ düşmüştü artık içime… Anneme hem sevgiyle, hem de şüpheyle bakar olmuştum.

‘Neden yüzüme öyle bakıyorsun?’ derdi bazı zamanlar..

Verecek cevap bulamaz ‘seni çok seviyorum anne’ der geçiştirirdim..

Baktım olmayacak, bir şey söyleyemiyorum ve soramıyorum. Bir gün anneme beni sevip sevmediğini sordum..

‘Tabi ki seviyorum, hem de çok’ dedi..

Baktım yine yüzüne, ‘peki ne kadar çok?’ dedim.

Annem çok diyor, öpüyordu.. Sinirlendim…

Yalan söylüyor olmalıydı.. Öyle ya, yalan söylemese beni neden rüyalarımda hep o terk ediyordu? Babam değil, kardeşim değil, dedem değil, anneannem değil o terk ediyordu.. Yalan söylüyorsun diyemediğim için başladım sorular sormaya..

Peki babamı mı daha çok seviyorsun beni mi?

Seni dedi..

Anneni mi daha çok seviyorsun beni mi?

Seni dedi..

Babanı mı beni mi?

Seni dedi..

Sordum, sordum, sordum..

Ve en sonunda ablamı mı beni mi?? diye sorduğumda, ikinizi eşit dedi..

İndim kucağından yüzüne baktım ‘ben seni hiç sevmiyorum’ diyip ağlayarak kendimi içerdeki odaya kilitledim.

Orada ne kadar ağladım bilmiyorum.

Öyle söyleyip canını yakmak istemiştim, ama benim canım yanmıştı. Üstelik sanki şüphem doğrulanmıştı..

Beni ablamla eşit seviyordu, o halde beni sevmiyor gibi bir şeydi bu..

Seni diyememişti çünkü..

O gün ablama düşman oldum. Zaten kedi köpek gibiydik.. birde bu yüzden sinir oluyordum ona..

Böylece kavga çıkarıp annemle ablamı karşı karşıya getirmelerim, ablama annemden azar işittirecek planlarım devreye girdi. O azar işittikçe, ağladıkça mutlu oluyordum. ‘Oh olsun sana, demek benim sevgimi sen alıyorsun oh olsun sana!’ diyordum içimden…

Bu dönem de babama âdeta yapışmıştım. O ne desem yapıyor, bana istediğim cevapları veriyor, ‘benim canım kızım’ diye durmadan beni seviyordu. Öyle seviyordu ki beni sorgulamamı gerektirecek tek bir soru geçmiyordu kafamdan. Zaman zaman beni işe de götürüyor, gezdiriyor, hiç olmayacak toplantılara bile sokuyordu. Akşam olunca yine masal anlatıyor, masal bitince de dua ediyorduk birlikte. O dua okurken dalıyordum uykuya, babam adeta hipnoz ediyor, beni sakinleştiriyordu.

Günlerim güzeldi o zamanlar..

Çoğunluğu dedemle geçen günlerden bir gün yine dedemin kucağında otururken, dedem sordu ‘ne oldu maymun sana?’ diye..

Sanki biri ne oldu sana diye sorsa da ağlasam diye beklermişim..

Baktım yüzüne gözlerim doldu, açtım hırkasını girdim içine, o da her zaman yaptığı gibi kapattı hırkanın fermuarını..

Ne güzel günlerdi…

O hırkanın içine girip dedeme sarıldığımda dünyadaki her şeyden beni dedemin koruyacağını düşünürdüm.

Kocaman elleri vardı dedemin, kocaman ve güzel elleri..

Bana güven veren elleri..

Ben hiç bir şey sormadan ‘bana bak’ dedi..

Ben ağlıyordum yüzüne bakmak istemiyordum. Tuttu o kocaman elleriyle kafamı, alnını alnıma dayadı..

‘Bak bana’ dedi..

Başladı saymaya…

Ne anamı, ne babamı, ne çocuklarımı, ne babanı, ne arkadaşlarımı, ne karımı, ne kardeşimi, ne diğer torunlarımı, ne bu evi, ne seninle vakit geçirdiğimiz bu bahçeyi bu dünyada aklına ne geliyorsa hiçbirini seni sevdiğim gibi sevmiyorum..

Ben bu dünyada en çok seni seviyorum dedi..

Ben sormadan neler saymıştı dedem..

Üstüne ilave etmişti..

‘Bak herkes seni çok seviyor ama bir düşün, farz etki kimse sevmiyor.. Ben varım.. Seni bu dünyada her şeyden çok seven deden var..’  

Hayatımda duyduğum ve hayatım boyunca belki de hiç kimseden duyamayacağım bu cümleleri ömrümce unutmayacağım.

O sözleri duyunca vesvese denilen belanın bulutları dağıldı..

Kimse sevmese ne çıkardı??

Benim dedem, beni dünyadaki herkesten ve her şeyden çok seviyordu..

Günler günleri kovaladı..

Okula başlayacakmışım, arkadaşlarım olacakmış, öğretmenim olacakmış, annem bana kitaplar, defterler alacakmış.. mışta mış..

Nasılda anlatıyordu annem..

O anlattıkça rüyalarım aklıma geliyor, vesvese ufaktan içime yayılıyordu..

Kesin annem bir plan yapmıştı.. Beni okul denen belaya atacak, sonrasında da kayıplara karışacaktı.. Ve ben kimsesiz kalacaktım..

O lanet gün gelip çattığında tek dalım babamdı..

Tüm okulu birbirine kattım. Bir yandan babamı çeken teyzem, bir yandan beni sınıfa iten annem, bir yandan da babamın ‘çocuk istemiyor eve götürelim, yazık perişan oldu’ nidaları arasında adım attım sınıfa..

Her gün, ama her gün acaba bugün mü bırakacak annem diye korkuyla geçti..

Ona da zehir ettim okul yıllarımı, kendime de..

Bildiğim bütün duaları okurdum içimden, yeter ki annem beni bırakmasın diye..

Babamın babası (diğer dedem) vefat ettiğinde, babam beni hafta sonları mezarlığa götürmeye başladı.. Annem buna sinir oluyordu.. yok çocuğun gideceği yer değil, yok psikolojisini bozuyorsun v.s., v.s.

Babam hiç cevap vermez elimden tutar çıkardık. Önce dua eder, sonrasında da babamla beraber mezarın üzerinde biten otları temizler, mermeri siler, en sonunda da el sallar evimize dönerdik. O zamanlar ölümün ne demek olduğunu da bilmiyordum. Öylesine gittiğim ufak bir bahçeydi kabir benim için…

Vesvesem artmaya başlamıştı.. Okul denen bela bitmiyordu. Bugün sondur inşallah düşüncesiyle gidiyor, akşam olunca yarın tekrar gideceğimi duymanın acısıyla yıkılıyordum. Tek güvencem dedemdi.. Dedemin elleri çok büyüktü, o beni annem bıraksa bile bir şekilde bulur ensemden tuttuğu gibi yakalardı…


Böylece vesvesem bir görünüp, bir kaybolmaya, bende bir şüpheye bir emin olmaya giden yolda ilerlemeye başladım..

Ve bir gün dedem öldü. Olacak iş değildi, dedem beni bırakmazdı ki, dedem ben olmadan adım atmazdı ki.. Beynim durdu adeta önce inanmadım, yalan söylüyorlardı.. Bana yalan söyleyip beni bırakacak, hatta aynı yalanı benim için dedeme söyleyip bizi ayıracaklardı..

İlk kez dedemin ölümüyle bir cenaze gördüm.

Ölüm gerçeğiyle yüzleşmem ve vesvesenin ilk zaferi!!!

Dedem öldüyse daha doğrusu dedem beni bırakıp ölebildiyse herkes ölebilirdi. Bunu kendimce engellemenin tek yolu dua etmek ve kontrolden geçiyordu. Eğer sevdiklerimi uyurken sürekli kontrol edersem ölmezlerdi..

Böylece dua aşkımla beraber gece kontrollerim başladı. Gündüz bu kontrolleri yapmıyordum, niyeyse insanların gece öldükleri inancı bende o zamanlarda başladı.. Hala da değişen bir şey yok.. Neyse..

Hayatım tam anlamıyla kabusa döndü derken; ettiğim dualar okuduğum kitaplar sayesinde dedemin aslında gitmediğini, beni sürekli gördüğünü beni yalnız bırakmayacağını düşünmeye, bir yandan da kendi kendime konuşmaya başladım.

Güya dedeme anlatıyordum ama işin aslı bal gibi kendi kendime konuşuyordum.

Bu konuşmalar zamanla beni rahatlatmaya başladıysa da vesvesem ara ara kendini hatırlatıyordu.

Okul belasına gelince, aynen devam..

Ben gitmek istemiyordum, annem zorluyor, babamsa ‘bugünde gitmesin ne olacak’ diyor ama son kararı annem veriyor ve ben lanet olası mekana doğru yola koyuluyordum.

Babamın koruyup kollamaları işe yaramasa da vesvesemin önünde bir kalkan gibiydi.. Ta ki o geceye kadar..

Annemin feryatları arasında uyandığım o gece annemin ‘öldü’ diye bağırması rüyayla – gerçek arasında gidip geldiğim ömrümden ömür götüren dakikalarda vesvese damarlarımdan yayılıp beynimi ele geçirmişti..

Hastane – ev – okul arasında yıllarca gidip geldim bir ruh gibi.

Onca dua etmiştim oysa ki, niye başımıza böyle bir şey gelmişti ki?

Hani babam kalkan gibiydi düşüncelerle aramda?

Yoksa dedem gibi o da mı gidecekti?

Dedem gittiyse, babam hayli hayli giderdi..

Okulu bırakmaya karar verdim.

Artık büyümüştüm.. Kendi kararlarımı kendim verebilirdim.

Beni sevenler bir bir terk ediyordu, babam gitmemişti belki ama meyletmişti..

Annem mi? Annemin umurunun köşesindeydim.

Bir adım atsam düşecektim.

Haberi bile olmadı.

Aklı fikri babamdaydı.. Demek ki babamı da benden daha çok seviyordu.

Bir gün aklımda aldığım okulu bırakma kararıyla hastaneye gittim.

O gün hastane yönetimi babamın iyileşmeyeceği kararına varmış, yatak bekleyen hastaların da olduğunu göz önünde bulundurmuş ve fişini çekme teklifinde bulunmuşlar.

Benim bundan haberim yok tabi..

Annemi gördüm salak gibi oturuyor, bir şey olmuş ama ne?

‘Anne’ dedim..

Beni tanımadı, doktorların babamla ilgili anneme umut kalmadığını söylediklerini, annemin de şok geçirip geçici bir hafıza kaybına uğradığını öğreniyorum.

Sonrası mı?

Betona çivilenmiş sandalyeyi bir hamlede çıkarmam ve yoğun bakımın koca camından içeriye sokmam ve güvenlikler tarafından dışarıya sürüklenmem..

Eve gittim, topladım eşyalarımı.

Eşya dediğim 2 kazak, birkaç çorap, 1 ayı, 1 defter ve birde kalem.

Çok fazla Türk filmi izlemiş biri olarak soluğu Taksim’de aldım. Televizyon bana sokağa düşen insanların yolunun Taksim’den geçtiğini öğretmişti. Bende her koşullu öğrenen gibi öğrendiğimi tatbik edecektim. Bu macera uzun sürmedi 3-4 saat sonra fazlasıyla korkmuş vaziyette soluğu evde aldım.

Eve geldiğimde kimse yoktu dolayısıyla bu kısa kaçış hikayesinden benden başka kimsenin de haberi olmadı.

O aralıkta ablam geldi, dikildim karşısına ‘ben okulu bırakıyorum’ dedim.

O da bana ‘gel yemek ye’ diye manasız bir karşılık verdi.

Dedim buda kafayı yedi.

Ama içimden diyorum tabi.

Çünkü vesvese denen bela içimde…

Durmadan beni dürtüyor diyor ki ‘al buda delirdi annen gibi, bu geceyi ablanla geçireceksen onunla iyi geçin’..


Tetikte geçirdiğim gecenin sabahında erkenden uyanıp giyindim.

Okulu bıraktım demiştim ama okuldan başka nereye gidebileceğimi bulamadığım için okula gitmeye karar verdim.

Zaten eğer okula gidersem düşünecek epey vaktim olabilirdi, üstelik güvenli bir yerdi ve bunu rahatça yapabilirdim.

İlk derse girdiğimde çantamdan defterimi çıkarırken bir mektup düştü. Kimseden mektup beklemememe rağmen sanki beklediğim bir şeymiş gibi heyecanla açtım zarfı. Mektup ablamdandı..

Bana umudumu kaybetmemem konusunda örnekler vererek yazmıştı mektubu, bana en inançlı olanın ben olduğumu hatırlatıyordu..

Bu kadar inançlıyken ben umudumu kesemezdim, benim inancım ve duamın babamızı iyileştireceğini, onun buna tüm kalbiyle inandığını, her şeyin düzeleceğine emin olduğunu yazmış, okulu bırakırsam babamızı üzeceğimi de satırların arasında sıkıştırmış ve mektubunu beni çok sevdiğini söyleyerek bitirmişti.

Ağlaya ağlaya defalarca okudum..

Evet okulu bırakamazdım, devam edecektim ama nasıl?

O gün hastaneye gitmedim. Eve gelip ders çalıştım. Öyle çok çalıştım ki sabahın olduğunu bile anlamadım..

Ablamın omuzlarıma yüklediği yük, sevgisini itiraf etmesiyle hafiflemişti..

Beni seviyordu..

O an benimde onu sevdiğimi fark ettim.

Ablamın dediği gibi bol bol dua ettim. O benim kadar inanmasa da, o da bir şeylere dua ediyordu belli ki.. Durmadan ettiğim dualar yüreğimi ferahlattı, Allah’a yaklaştıkça mucizeler bir bir gerçekleşiyordu.. Bunun en büyük ispatı komada 1 yıl geçiren babamın, fişinin çekileceği konuşulurken taburcu olmasıydı.

Mucizeler bununla sınırlı kalmadı, önce konuştu, sonra hareket etmeye, sonra yürümeye başladı..

Hayat normal rutinine dönmeye başlamış, vesvese üzerimdeki elini Allah’a şükür çekmişti.

Ne bileyim fazla iyi niyetliymişim.

Okumaktan deli gibi nefret eden ben üniversiteye başladım..

Hayatımın en güzel, en sorunsuz yılları.. ben öyle sanıyorum en azından..

Derken bir gün evi aradım annemin isteksiz konuşmasıyla tüm sevincim yerle bir oldu..

Düzensiz kalp atışlarım krize dönüşünce ağzındaki baklayı çıkardı.

Büyükannem hastaneye kaldırılmıştı, iyi gibiydi, üzülürüm diye söylememişlerdi, mişti mıştı..

İlk otobüsle İstanbul’a geldim. Soluğu hastanede aldım. Ben girdim, o öldü..

Geç kalmaktan korkum o gün başladı..

Geç kalmıştım, eğer yanında olsaydım belki de ölmezdi, belki, belki, belki..

Canımdan can gitti onu toprağa verdiğimiz gün..

O da gitmişti, o da bırakmıştı beni..

Dedemi düşündüm yine, dedem gidebildiyse beni bırakıp, herkes gidebilirdi..

Yeniden vurdu vesvese yüzüme.. 

Kontrol etmeliydim.. her gece sevdiklerimin nefes alıp, verdiğini kontrol edersem eğer, hiç uyumadan bunu tekrarlarsam kimse ölmezdi..

Uykusuz epeyce bir dayandım.. bir bünye ne kadar dayanabilirse o kadar..

Bir gece kontrol ederken annemle babamın uyanıp burun buruna gelmemizle ve ‘bizi korkudan öldürecek misin?’ diye bağırmalarıyla bu takibe mecburen ara verdim.

Aslında haklılardı.

Yaşamaları için yaptığım kontrolle korkudan ölmelerine sebebiyet verebilirdim.

Ama içim hiç rahat değildi.

Bu işi belli etmeden bir şekilde devam ettirmeliydim ama nasıl?

Düşünürken aklıma uyurlarken ayna tutmak geldi.. Bu baya bi kolaylık sağlamıştı. Aynayı tutuyor nefeslerinden buğu yaptığını fark edince de ayak ucumda odama kaçıyordum.

Bu vesvese, bu korku, bu şüphe beni günden güne mahvediyordu.

Okula dönmüştüm ama aklım evdeydi..

Yine korku içerisinde düşündüğüm, yemeden içmeden kesildiğim, kendimi bu düşüncelerden arındıramadığım bir gün fenalaşarak merdivenlerden yuvarlanınca dedim bu böyle olmayacak.. Böyle giderse korkudan ben öleceğim. O halde unutmalıyım her şeyi.. Unutmasam da hafızamda en derinlere attım ne varsa..

Diğer öğrenciler gibi olmaya başlamıştım..

Okula gitmiyor, geziyor, gülüyor eğleniyordum.. Bu okul bitene kadar böyle devam etti. Dünya beni de oyalayabilmişti…. Ben öyle sanmıştım, yeni bir aldanış içerisinde olduğumdan, vesvese denen düşmanımın sinsice hücrelerime yayıldığından habersizdim.


Zaman hızla geçti..

Bir tesadüf eseri işe başladım.

Öyle sevdim ki işimi, eve gitmektense işte olmak keyif vermeye başlamıştı. Öyle ki hafta sonu gelince üzülüyor, bazen bir bahane yaratıp hafta sonları da işe gidiyordum. Çok gülüyor, çok eğleniyor, her geçen gün bir şeyler öğreniyor yeni yeni insanları tanıyordum.

O zamanlar insanları sevdiğim yıllardı, pek hümanisttim.

Hayata pozitif bakıyordum.. 

Cuma günü başladığım yazıma pazar günü devam etmeye başlamadan evvel kısaca dünden bahsetmek istiyorum ki hangi duyguyla yazıyorum bu satırları daha iyi anlayabilesiniz. Kabus gibi bir Cumartesi geçirmemde elbet dış etmenlerin etkisi oldu. Ama bu dış etmenlerden ziyade başka bir şeyden, kendimden bahsedeceğim. Kişilere ziyadesiyle anlam yükleme gereksinimim hayatımın belirli dönemlerini öyle kabusa çevirmiştir ki başkalarının yaptıklarıyla hastanelik olabilmişimdir. Oysa yakın zamanda öğrendiklerim bana, kimsenin kimseyi aldatamayacağını aldananın yalnızca kendisi olacağını göstermişti. Hatta bir laf vardır "güvenmek senin salaklığın olabilir ama güvenini kırmak karşındakinin karaktersizliğidir" diye. Bu açıdan bakıldığında herşeyi bir kenara bırakmam gerekiyordu lakin vesvese gelmişti ya bir kere her şeyi imkansızmış gibi gösteriyordu. Neyse... Bazen tüm gayretinizi gösterdiğiniz halde bir şeyleri engelleyemezsiniz ya, bana da öyle oldu. Bu nokta da imdadıma uzun süredir hatta bir yılı aşkın süredir el sürmediğim quetiapin yetişti.

Quetiapin, serotonin ve dopamin salgısını üretmeye yardımcı bir ilaç olmasının yanı sıra, çok ilginç ve bilimsel tanımıyla aklınıza geldiyse eğer, almanız gereken de bir ilaçtır. Bıçak gibi keser atar aklınızda ne varsa o yüzden faydası yadsınamaz. Şükür ki yardımıyla tüm gün beynimi kemiren düşüncelerden tam tamına 3 dakika içerisinde kurtulabildim. Bu sabaha baktığımızda ise biraz daha sakin, daha az düşünceli ve kısmen daha iyiyim... O halde savaşıma kaldığım yerden devam edebilirim.

Evet nerde kalmıştık?

İş hayatı...

İş hayatı çok güzeldi...

Yeni insanlar tanımak çok güzeldi. Dedim ya pek hümanisttim o zamanlar.

Durmadan gülümseyen biri olarak herkesin ilgisini çekiyordum.

Bazıları "gül bakalım, daha insanları tanımıyorsun. Ben seni bir kaç sene sonra göreceğim" diye kehanetlerde bulunuyordu. Bense bunlara bile gülüp geçiyordum. Ama maalesef onlar haklı çıktı.

En sevdiğim arkadaşlarımdan yediğim kazıklar öyle büyüktü ki, öyle beklemediğim yerden almıştım ki darbeleri, içime kapandım.

Korkunç günlerdi...

  
Herkese şüpheyle bakmaya başladığım zamanlardı.

Ne var ki sevdiklerime karşı kendimi nasıl korumam gerektiğini bilmiyordum.(halende öğrenebilmiş değilim)

Birkaç sefer hiç ummadığım yerden üst üste darbe aldım.

Aldığım darbeler, hep kalbime isabet ediyordu, düşüncelerim değişmeye, güvenim azalmaya, şüphem yani vesvesem artmaya başlamıştı.

Kendi başıma halletmeye çalışmış elime yüzüme bulaştırmış olduğum bir gün, annemin ‘neyin var?’ diye sormasıyla...

"İşten ayrılmak istiyorum" deyiverdim.

Tabi ki inanmamıştı asıl istediğimin bu olduğuna. Beni deştikçe konuşmaya başladım, sıkıntım ortaya çıktığında annemin tepkisi beklediğimin aksine beni bir anda o durumdan sıyırdı.

Gerçi sıyrıldığım sadece içinde bulunduğum durumdu, duygularım ve vesvesem içinse tıbbi bir yardım almamı uygun görmüştü annem.

Benim gibi biri için doktorun yapabileceği bir şey yoktu aslında.

Çünkü anlatmıyordum.

Anlatmadığım içinde kimse yardım edemiyordu.

Boşa dökülen para ve birkaç ilaç kullanımı sonunda iyi olduğuma kanaat getirdiğim bir gün, ‘bir daha doktora gitmeyeceğim’ dedim.

Gerçektende manası yoktu.

Adamla muhalefet ettiğim 1 saat içerisinde kendime dair tek kelime etmiyordum.

Bende bir karar verdim. 

İnsanlarla arama mesafe koyacaktım. 

Epey bir süre bildiğim, tanıdığım insanlarla vakit geçirdim. İçlerinde tanıdığımı zannetleriklerim olmuş, körü körüne inandıklarım. Hepsi ama hepsi tek tek hançerlerini sapladılar.

Şimdi böyle anlatırken hep mi sana denk geldi, demek sende de bir kabahat vardı diye düşünenleriniz olabilir. Onlara küçük bir bilgi vermek isterim, benim hayatımın içine edip, beni terk eden, hayatımdan çıkan insanların hepsi ama hepsi aradan biraz zaman geçtikten sonra geri gelmek istediler, hakkımı helal etmemi isteyenleri Allah'a havale etmeyi daha uygun buldum.

Yürüdüm gittim yanlarından...

Bugün baktığımda o günkü kızgınlığım yok. Çünkü Allah'ıma bin şükür ki benim hakkımı bana verdi. Ne demişler ‘ahın ulaşamayacağı adres yoktur’. Yalan değil çok ah ettim bazılarına Allah affetsin.

   
Gidenlerin yanı sıra, benim uzaklaştıklarım da oldu..

Önce bir kaç kişiden, sonra birçok kişiden...

Ara ara gelip giden vesvese haricinde normal gibiydim. Neye göre normal derseniz topluma ve diğerlerine göre aykırı bir durumum yoktu. Ama olmuyordu tıpla, doktorla olacak gibi değildi, manen bir şeyler yapmam gerekiyordu.

Fakat ben bunun ne olduğunu düşüneceğime, en yakınımda duran arkadaşlarımla vakit geçirmeyi uygun buldum. Daha doğrusu uzanan eli itmedim, tuttum.

İyi bok yedim.

Aldım onları, koydum merkeze.

Oldum etraflarında pervane...

Hayatta kimseyi hak ettiğinden fazla sevmemek ve değer vermemek gerekir derlerdi de inanmazdım. Çok doğruymuş. (Hala öğrenebilmiş değilim bunu da)

O zamanlar yalan söyleyen bir insan olduğumu düşünürdüm.

Neydi yalanlarım?

Kötü de olsam birine iyiyim demek, sigara içmiyorum diye evdekilere yalan söylemek, arkadaşlarımla dışarı çıkarken eve söylediğim yalanlar… Evdekilere söylenmiş ufak tefek yalanlarım haricinde yalan bile konuşmamışım doğru dürüst. Hatta yalan söylediğimi söyleyecek kadar da dürüsttüm.

Aklımdan geçenleri saklayabilen biri olmadım, çok istedim ama olmadım. Belki de en büyük yanlışı burada yaptım.

Bilmiyordum aslında herkesin düzenbaz olabileceğini.

Kendini akıllı sanan koca bir aptaldım.

Nerde çokluk, orda bokluk lafını da unutup yeni insanlar tanıdım.

Tanımaz olaydım diye çok söylendim ama bugün fayda sağladığımı da inkar edemem.

İnkar en kötü şeydir çünkü.

Allah o dönemde önüme pek çok kapı açtı, bense gidip hep duvara tosladım.

Göremedim kapıları, gözünü kula dikmiş, merkeze insanı koymuş, her aldanmış gibi çaresizdim.

Aptalca insana tutunma hevesim vardı.

Arkadaşlarım olmalıydı, mutlaka olmalılardı.

Olanlara sahip çıkacaktım.

Allah'a değil onlara kulluk ettiğimin bilincinden uzak, ne istedilerse yaptım.

  
Zor anlarında yanlarında oldum, özel şoförlüklerini yaptım, dertlerine çare bulmaya çalıştım, taşınacaksa evlerini taşıdım, temizliklerini yaptım, işine gücüne yardımcı oldum...

Yeter ki yanımda olsunlardı...

Sonra birden bire bir şeyler oldu.

Biri çıktı benim normal olmadığımı söyledi.

Çok iyiymişim o kadar iyiymişim ki bu hiç normal değilmiş.

Diğer arkadaşlarım menfaatleri gereği bu fikre karşı geldilerse de bana bunun normal olmadığını daha iyi olmamı istediklerini söylediler.

Ulan biri çıkıyor iyi olmamın normal olmadığını söylüyor, diğerleri ise buna hak veriyor ve daha iyi olmam için beni bu fikre inandırmaya çalışıyor.

İki durum arasındaki saçmalığı göremeyecek kadar bağlıydım onlara.

Bugün olsa ‘ne dediğinize bi bakın’ deyiverirdim.

Kısmet olmadı.

Ben bu fikri düşünmek değerlendirmek istiyordum ama fırsatım yoktu.

Beni saniye olsun kendimle baş başa bırakmıyorlardı. Hiçbir şey olmasa, gel beni al şuraya götür sonra oradan al buraya götür diye özel şoförlüklerini yaptırıyorlardı.

O dönem yemeden içmeden kesildim.

Fırsatımda yoktu.

Fırsat olursa arkadaşlarımı yemeğe götürüyor ama dertlerine derman olma düşüncesiyle konuşurken kendim aç kalıyordum. Resmen kendimi onlara adamıştım.

O ara onların zoruyla doktora gittim. Doktor anlattıklarımı duyunca ‘getirebilirsen arkadaşlarını da getirir misin?’ dedi.

‘Tabi olur’ dedim.

Bir sonraki seansta kendilerinden hayli emin gelen arkadaşlarım çıktıktan sonra doktor "bence senin yerine arkadaşların gelmeli bana" dedi.

Sanki yedi ceddime küfretmiş gibi sinirlendim.

Kim oluyordu ki arkadaşlarım için böyle bir yorum yapıyordu?

Bir sorun varsa bende vardı.

Adam, yani doktor, yani psikiyatrist bana " şunu unutma, buraya gerçek hastalar hiçbir zaman gelmez. Gerçek hastaların hasta ettikleri gelir" dedi.

  
Aslında bana yaptığımın ne kadar yanlış olduğunu göstermeye çalışıyordu ama ben öyle seviyordum ki arkadaşlarımı bu fikri hemen reddettim.

Çıkar çıkmaz doktorun yorumunu benimle gelen arkadaşlarıma söyleyip, ‘bir daha bu adama gelmeyeceğim’ dedim.

Beni bu kararımdan ötürü desteklediler, kötü bir doktordu, iyi olsaydı onları över bana söverdi.

Sonra arkadaş grubumuz bölünmeye başladı.

Herkes ikili takılıyor, ben boşta kalıyordum.

Her birine yetişmem mümkün değildi.

Bende içlerinde en yakın gördüğüm iki kişiyi tercih ettim.

Zaten onlarla başlamıştı her şey...

Merkezde onlar, köşede ben takılmalarımız benim uzak kaldığımı söylemeleriyle kabusa döndü.

Uzak kalıyordum onlardan, her yere gidiyordum ama gelmediğimi, olmadığımı söylüyorlardı.

Bir ara aklımdan şüphe ettim.

Gitmediğimi söyledikleri zamanlarda yanımızda olan 3. veya 4. kişilere dönüp ‘ben o gün vardım değil mi?’ diye sorar olmuştum.  Ben bu 3. ve 4. kişiler tarafından onaylanıyordum ama iddia sahipleri üzerime gelmeye devam ediyorlardı.

Yoktun, gelmedin, uzaksın.....

Onlar uyumadan uyuyamıyorum bile nasıl olur da uzak olabiliyordum?

Üzerime geldiler, geldiler, geldiler ve bir gün uyandığımda işe gidemeyeceğimi fark ettim.

Yine de gücümü topladım, işe gittim izin kağıdımı doldurdum ve izne çıktım.

İlk işim eve gelip panjurları kapatmak ve kapkaranlık odada yatağa gömülmek oldu.

Orada epey bi kalmışım.

Sanıyorum 1 haftanın sonunda, sinirlenen annem odaya bir hışımla girip panjuru ve camı açtı. Bir yandan söylenirken bir eliyle üzerimdeki yorganı çekip aldı. Gözümü açamıyordum ve annem ‘yüzüme bak’ diye basbas bağırıyordu. ‘Neyin var söyleeeee’ diye öyle bir bağırdı ki ağzımdan "ölüyorum anne, yardım et" lafı çıkabildi.

Canım annem, şüphe etmemem gereken tek varlık olduğunu geçte olsa anladığım bir andı o an...

Sen beni ne çok seviyordun oysa ki....

  
Beni hemen kaldırıp babamla beraber en yakınımızdaki psikiyatriste götürdüğünde ayakta duracak halim dahi yoktu.

Doktor feryat figan girişimle hemen odasından çıktı.

"Ne oluyor?" diye bana yürüyen o adamın ayaklarına kapanıp, "yalvarırım bana yardım et" deyişim bugün gibi aklımda. Sağ olsun yardım etti ama asıl iş bana düşüyordu ben kendime yardım etmeliydim.

Ama nasıl?

Doktora gidip kendime geliyor, çıkışta arkadaşlarımla buluşup kendimden geçiyordum.

Bir iyiydim, bir kötü.

Doktordan çok arkadaşlarımı görüyordum buda bana iyi gelmiyordu.

Yaptığım ne varsa aynen devam ediyordum. Yine onların istekleri ön plandaydı ama artık dayanılacak gibi de değildi.

Ve iş için şehir dışına çıktığım bir gün aniden rahatsızlandım. Yerimde duramıyor kaşıntıdan ölüyordum.

Kurdeşenle tanışmamız o gün oldu.

Bir iğne yaptılar ve biraz kendime geldim. Dönüş yolu daha bi çekilir olmuştu. Ama iğnenin de bir etki süresi vardı. Yolun yarısına gelmeden etkisi azaldı, eve vardığımda ise tamamen yok oldu.

Hemen kendimi yatağa attım. Çok kötü hissediyordum...

Derken tuvalete gitmek istediğimde ayaklarımı hareket ettiremediğimi fark ettim.

Bağırmak istedim sesim çıkmadı.

Allah'tan o an babam yanıma geldi de olanı biteni gördü.

İlk aklıma gelen babam gibi felç geçirdiğimdi.

Tüm gücümle ‘bacaklarımı hissetmiyorum’ dedim.

Derken annem geldi, babam elimi tutmuş dua ediyordu.

Galiba ölüm dedikleri buydu ve ben ölüyordum.

Beni bu hale getiren arkadaşlarım tüm önemini bir anda yitirdi. Onlar için bu hale gelmiştim haberleri bile yoktu. O gece hastaneye kaldırıldım. Felç geçirmiyordum çok şükür ama çok ağır bir kurdeşendi.

Doktor "yakınınızı mı kaybettiniz?" diye sordu.

Bugün sorsa ‘evet kendimi kaybettim’ derdim de o zaman hayır dedim sadece.

  
Bir sürü tetkik yapıldı. Normal şartlarda çok büyük, derin üzüntülerin, dahası ölümlerin ve büyük felaketlerin neticesi kurdeşen döküldüğünü ancak bununda deride meydana geldiğini, bunca yıllık doktorluk hayatında ilk kez iç organlarda da dökülen bir kurdeşen tipiyle karşılaştığını, eğer iznimiz olursa bu vakayı öğrencileriyle paylaşmak istediğini söyledi.

Tıp literatürüne iç organlarına kadar kurdeşen döken ve aylarca bunu devam ettirebilen bir hasta olarak girdim.

Aylarca hastaneye gidip geldim. Çoğunu ailemden gizli yaptım ki daha fazla üzülmesinler diye..

Orada tek basıma yatarken, hayatımın merkezine koyduklarım bir bir anlamını yitirdi.

Benden kıymetli hiçbir şey olamazdı.

Kimdi ki onlar?

Umurlarında bile değildim.

Kuru bir geçmiş olsunla herkes gündelik hayatına çekilmişti.

O an işte, tam o an buna bir son vermeye karar verdim.

Vesvese de neydi?

Benim iradem her şeyin üstesinden gelirdi.

Hepsinin karşısına tek tek geçecek, bana yaptıklarını anlatacaktım. Evet yaptım. Onlar benim karşıma birleşip geliyorlardı ama ben tek tek karşıma alıp, ne düşünüyorsam yüzlerine söyledim.

Bazısı küstahça pardon dedi, bazısı ona dahi tenezzül etmeden her şeyin geride kaldığını arkadaş olduğumuzu böyle şeylerin olabileceğini söyledi.

Kaldığımız yerden devam etmeyecekti hiçbir şey...

Ben ölüyordum neredeyse nasıl kaldığım yerden devam edecektim.

Bitti dedim yüzüne, yine görüşürüz ama o kadar. Başka bir anlam yüklemeyeceğim sana, size....

Çevremdeki insanları bitirdiğim dönemde çıktı karşıma...

Daha sevmeyeceğim, kimseye güvenmeyeceğim, kimseyi hayatımın merkezi yapmayacağım dediğim noktada tanıdım onu.

Elleri, dedeminkilere benziyordu. Yüzüne bakmasam dedemin elleri diye güvenle tutabileceğini elleri vardı.

Uzak kalma çabalarım, tüm zamanlarımı benden istemesiyle boşa çıkmıştı..

Ne yapsam olmuyordu mıknatıs gibi çekiyordu kendine..

   
Tüm bu yazdıklarımı, hatta yazmadıklarımı da anlattım ona...

Bana "seni hiç üzmeyeceğim" dedi...

Nasıl da dağılmıştı vesvese denen üzerimdeki kara bulut..

Nasılda inanmıştım.

Tuttum elinden, güven veren ellerinden...

Günlerce konuştuk, anlattım, anlattı...

Tanıyordum onu, onun kendini tanıdığından fazlaca tanıyor ve seviyordum.

Ona güvenebilirdim, bunu ona söylemeden yapabilirdim.

Bir akşam bana "biz birbirimize hiç yalan söylemeyelim olur mu?" dedi.

‘Olur’ dedim.

Söz vermemi istedi... ‘Söz’ dedim…

O da söz verdi.

Böylece bizim aşk hikayemiz başlamış oldu...

Sözler her zaman önemliydi benim için. Hatta söz demek yemin demekti. Babam öyle öğretmişti. 

Ona her şeyi anlattım. Bildiğim bütün doğruları, kimseye anlatmadıklarımı...

Her şey o kadar güzeldi ki buraya yazmaya kalksam okuyanlar alıntı olduğunu, masal anlattığımı hatta hayal dünyamın geniş olduğunu düşünebilirler..

Gerek yok ben yaşadım biliyorum.

Ve bir gün onu aradım.

Defalarca meşgule verdi aramalarımı.

Merak etmiştim, merakım yerini korkuya, korku vesveseye vermiş nefes alamayacak hale gelmiştim.

En iyi dostumdu, tek dostumdu, sevgilimdi, canımdı, tüm boşlukları dolduran her şeyimdi...

Derken açtı telefonu "seninle ilgili bir şey yok ama görüşmek istemiyorum" dedi.

Şaka yaptığını düşündüm önce, o böyle bir şeyi asla yapmazdı.

Ama yaptı.


Aylarca yüzüme bakmadı.

Kötünün kötüsü olabileceğini o zaman anladım.

Kendime kurdeşen döktüğüm zamanları hatırlatmaya çalışıp, telkin etmeye çalışsam da başaramadım. Etrafımda hiç kimse yoktu, anlatacak bir Allah'ın kulu yoktu.

Bende Allah'ın sonsuz varlığına sarıldım.

Gece gündüz dua ettim. Dualarımı duymuş şükürler olsun, bana geri döndü...

Tabi ben tüm bu olanlardan bir ders çıkarmadım kendime.

Aslında Allah'ın bana vermek istediği mesaj netti.

Allah benden çok kimseyi sevme, seversen alırım onu senden diyordu.

‘Bana demiyordur herhalde’ deyip aşkımı yaşadım. Çünkü döndüğünde bir daha beni bırakmayacağına dair söz vermişti. Ve söz benim için yemin demekti.

Aynı olay yakın zamanda tekrar yaşandı.

Yine konuşmadan bir gidiş, yeniden dönüş..

Tabi ilkinde yaşadıklarımdan farklı oldu bu süreç.

Çok düşündüm, günlerce gecelerce...

Bunun bir çaresi yoktu.

Sorulara cevap yerine soruyla karşılık verir olmuştum.

Tek bir cevabım yoktu ama milyonlarca sorum vardı.

Dua etmeye başladım.

Aralıksızca, evde, yolda, işte, tuvalette, mutfakta, konuşurken, yatarken durmadan dua ettim. Ettikçe rahatlıyordum.

Çok uykusuzdum ve uyuyamıyorum bir şekilde uyumalıydım ama nasıl?

Kur’an dinlemeye başladım.

Dinledikçe rahatlıyor, birkaç saatte olsa uyuyor, sabah ezanıyla yeniden uyanıyordum.

Bu aşkın beni gerçek aşkla tanıştırması da böyle oldu.

Sonra birkaç kitap okudum.

Okuduğumda şunu gördüm yanlış yapmıştım.

Çok sevmiştim, çok seviyordum...

  
Allah'tan uzaklaşmıştım, kendimden uzaklaşmıştım.

Şah damarımdan daha yakın Allah'a dönmek yerine, kuluna ölesiye bağlanmıştım.

Vesvese denilen bela bundan bırakmıyordu peşimi.

Allah'a güvenip, her şeyi ona emanet etmem gerekiyordu.

Öğrendiklerimi tatbik etmeye başladığımda çok güzel şeyler olduğunu gördüm.

Birini Allah için sevebileceğimi fark ettim.

Dokunmadan, görmeden, konuşmadan da sevmeye devam edebildiğimi fark ettim.

İçim ferahladı şükrettim.

Şükrüm hamda dönüştüğünde mutlu oldum.

Ve şimdi tam yol almışken geldi yakaladı vesvese...

Şimdi sana sesleniyorum!

Çok sevgili vesvese,

Gördüğün gibi seni tanıyorum, sende beni. Ama bu sefer kolay olmayacak sana diyeyim.

Seni YENECEĞİM!

Dün yaptıkların, Cuma günü yaptıkların bardağı taşırdı! Farz edelim ki bana dediklerinde haklısın, o halde şunu iyi bil. Herkes kendini kandırır, Allah ilahi adaleti mutlaka sağlar. Ne demiş şair; ‘İyiler kaybetmez, kaybedilir. İyi niyetinizden şüphe etmiyorsanız, yanınızdan giden için de üzülmenize gerek yok. Siz kazanmışsınız.’ Neticede kazanırım yada kaybederim bu beni ilgilendirir. Allah dilerse hepsi geçer gider. Ben tekâmül yolculuğumda doğru olmak niyetindeyim. Sözlerimin arkasında durabilecek gücüm var şükür.

O halde sen bana zarar veremezsin.

Sana bir teklifim var, var git yoluna güzellikle.

Girmeyelim bu savaşa.

Çok yordun beni, insafa gel isterim.

Ama ‘yok’ dersen, devam da ederim.

‘Yemin olsun Allah'a bunu bana yapmana izin vermeyeceğim!’

Bana Allah yeter, KUN FE YEKUN!



9 yorum:

  1. Yazınızı cok beğendim Yağmur hanım blogunuzuda çok sevdim takip ettiğim bloglardan olacaksınız banada beklerim :D www.hamdicetin.com.tr izleyici olarakta katılırsanız çok daha sevinirim :D

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim, yorumlarınızı bekliyorum o halde... Buarada ben de sizi izliyor olacağım:)
      Güzel bir gün diliyorum..

      Sil
  2. Şu saat itibariyle tam bir saattir sayfandayım .Dumur oldum, ağladım, şimdi de tıkandım ama kararlıyım yazacağım.Bir saat sürse de yazmak, bloğunda kalacağım.Yanda 1 diye yazan ziyaretçi benim.Şimdilik buradayım ve düşüneceğim.
    Nasıl başlayacağımı bilemiyorum.İlk olarak tüm iniş ve çıkışlarını olduğu gibi yazman çok iyiydi.Oysa sen doktorunla paylaşmamıştın sıkıntılarını.Neden diye düşündüm, cevabını tahmin edemedim.Belki sen de neden açılmadığını söylemezsin, ya da doktorun sana çare olamayacağını mı düşündün acaba?Ben hayatının özetini bu kadar açık yüreklilikle anlattığına göre, ki tamamiyle masum bir iç döküş, sana gelen yorumların seni incitmemesini isterim,( burada kendimi de katarak yazıyorum)aynı benim savaşımda olduğu gibi.Şimdi ben, ben diye bahsetmek istemiyorum ama sevdiklerimi kaybetme korkusunu hep yaşadım, hala da yaşıyorum.Rüyalarımda kaybediyor ve tüm gün etkisinden kurtulamıyorum..Çok çırpındım sevdiklerim için.Asla benim sevdiğim gibi sevmediler beni.Eşim öldükten 16 sene sonra ta geçmişten biri çıktı geldi.Lise yıllarından tanıdığım.Sevgisine inandığım.Sen nasılsan aynı şekilde kendimi adar gibiyim hala.Bana 'Sen bunları yapmasan, seni sevmiyeceğimi mi düşünüyorsun?'dedi, yıkıldım.Ben buydum zaten.Rahatsız olmalıydı ki bunu söylesin.Hala kişiliklerimizden hiç ödün vermeden sürdürüyoruz.Tabii ki bol çekişmeli olarak.Bu benim başarı mücadelem ve sahibolma savaşım.Bu yaşta bile zor olmuyor çünkü ben buyum.
    Yaşadıkların ve sende yarattığı fırtınalar bana hiç yabancı gelmedi Yağmur.Ben sevgiye aşığım hala.En ufak bir şüphe beni bitiriyor, yataklara düşüyorum.Her kaybettiğim yakınımla benim de bir yanım öldü.O kurdeşenin dışarı dökülenini yaşadım, seninkiyle kıyaslanmaz ama o bile çok zordu.Dilim şişti boğazımı tıkadı tıkayacak hale gelmişti.Kendimi sevdiklerim için o kadar hırpaladım ki.Ama yine aynısını yapmaya devam ediyorum.Ben doktoruma ablamın zoruyla ite kaka gittim.Fakat yaşadığım her şeyi anlattım.Hatta dialogda şaşırdığım bir şey oldu.Zira ben akla değil anlayışa ve teşhise ihtiyacım olduğu için, çaresiz kalınca gitmiştim.Modern bir görünüme sahip olmasına rağmenpsikiyatrım anlattığım bir şeye bilimsel hoşgörüyle asla , ama tutucu bir zihniyetle soru sorarak beni çok üzmüştü.Ben artık her düşündüğümü söyleyecek yaşta olduğum için, nasıl böyle bir tahminde bulunursunuz diye terslemiştim.Semt değişikliği ve depresyonumun beni hala terketmediği için, başka ve artık sürekli doktorumu bulmuştum.Mükemmeldi...Bana sıkıldığımda bile telefon açma imkanı tanıdı.İşte o söylemişti .Senin şu yazdığına ek olarak _ *şunu unutma, buraya gerçek hastalar hiçbir zaman gelmez. Gerçek hastaların hasta ettikleri gelir"demiş doktorun.Benim doktorum da 'Hakiki hastalar, hasta olduklarını kabul etmezler, ama siz ve sizin gibilerde düzelme ümidi olur 'demişti ve sevinmiştim durumuma.
    Yağmur, dedelerin için Allah nur içinde yatırsın, rahmet eylesin diyorum.Ablanın mektubu çok hislendirdi beni.Ben senden yayın adı vererek sanırım iki yazımı okumanı rica edeceğim.Birbirimizi tanımamıza daha da yardımcı olur diyorum.Ben sana bağlandım.Küçük versiyonum gibisin.Tatlısın.Seni serçeyi tutar gibi incitmeden korumak isterdim.Bir gün bana gelirsin belki.Okumanı tercih ve rica ettiğim yayınlarımdan ilki:Ölüm Tek Çare 2'cisi:Mecnun Gibi Sevmek.3'cüsü Depresyonun Bendeki Hali. Vaktin olduğunda canım. Aslında elimde 'Kara Pazarlar'kitabım olsaydı sana kargolardım.Beni tanı ve sana ne kadar benzediğimi gör diye.
    Seni çok sevdim Yağmur.Vefalı kızımsın sen.Aynı dilden konuşuyoruz. Dilerim o bende de fazlasıyla olan şüphe kemirgeninden kurtuluruz tamamen. Ben şahsen, Ayet-el Kürsi, nas, felak, kulhuvallahu ehat okurum.Bazen kabus görürüm ama Allah uykuda bile dilimi açıyor ve okurken uyanıyorum canım.Seni seven Ece ablan :) canım benim.Kucaklıyor ve öpüyorum kızımı. Bu arada Hamdi candır, çok efendi oğlumdur.Hoşca ve mutlu kal Yağmur.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne diyeceğimi inan bilemedim Ece abla. Böylesi uzun bir yazıyı, dahası kendimi, duygularımı içtenlikle anlattığım bu yazıyı sonuna kadar okuma sabrını gösterdiğin için, bir o kadar vaktini de değerli yorumunla (benim için) harcadığın için çok ama çok teşekkür ederim. Nasıl duygulandığımı kelimelere dökmem güç ama yazamadıklarımı da okumuşcasına beni anlayacağına dair inancım tam.
      Ben hiçbir zaman yazmak haricinde derdini paylaşan biri olmadım. Onu da dikkat edersen üstü kapalı yazıyorum. (Malum okuyor.) Bazen ‘banaydı dimi bu göndermeler?’ dese de ‘yoooo ne alakası var’ diye geçiştiriveriyorum. Çünkü kaybetmekten ölesiye korkuyorum. Korkarım bir gün sırf bu korkudan öleceğim.

      Doktora da bu yüzden açılmadım. Fikri sabit kişiliğim bir süre sonra karşımdakilerde ‘konuşturuyorsun ama bildiğini okuyorsun’ serzenişiyle karşılandığından belki de böyleyim. Utanıyorum belki de.. Kendime bile söyleyemediğim onca şey var. Yavaş yavaş yazmaya çalışıyorum bunda da pek başarılı olduğumu söyleyemem. En azından ben tatmin olmuyorum.

      Bir kez değil çok kez gittim doktora. Doktorlar, ilaçlar, etken maddeler v.b. hakkında hatırı sayılı bilgim var. Maalesef ki tıp bana fayda sağlamadı. Yada şöyle diyeyim. Ben buna izin vermedim, ben yapmadım, yapamadım, değişemedim. Çabalıyorum olmuyor.

      Beni anlıyorsun işte Ece abla. Sen nasıl kendini bana benzetiyorsan, bende sana benzediğimi düşünüyorum. Sana benzemek güzel şey, gurur verici bir şey... Keşke senin kadar güzel şeyler yapabilsem, keşke senin kadar güzel düşünüp yazabilsem, keşke senin kadar bilgili, kültürlü olabilsem.. Ama bir yanımda korkuyor. Hani diyorsun ya insan yedisinde neyse yetmişinde de öyle olur diye. İşte bu çok korkutuyor beni. Değişemedim demenden korkuyorum. Değişemeyeğim gerçeğinden korkuyorum. Biliyorum bende değişemeyeceğim. Ama böyle de yaşayamayacağım. Yazdığın en ufak bir sözü kendime mal ediyorum bazen. Oysa birisi demişti ‘sandığın kadar önemli değilsin bu hayatta’ diye.. Doğru demişti. Ama bu sözü unutup kendimi önemli sayabiliyorum, önemli sayıp yazılarını bile üzerime alınabiliyorum. Alınganlık boyutunu sen düşün.

      Yazılarını mutlaka okuyacağım. Sakin bir kafayla okumak istiyorum. Zira şuan ağlıyorum ve yazdıklarımı dahi göremiyorum.
      Seni gerçekten seviyorum.. Hoşça kal, var ol.

      Sil
    2. Canım kızım.Ben değiştim, inanamıyorum ama o eski hallerim iz bıraksa da çoğu hafifledi.Sevgi en ihtiyacımız olan şey ve sevildiğimize inanmak istiyoruz.Yazıların bana senin çok sevimli olduğunu haykırıyor.Bir insana tutunma ihtiyacı, onun için çabalaması bazılarına tuhaf gelse de, bunlar zaten olması gereken hasletler değil midir?Sadece endişeler yoğun olursa çekim gücü yaratıyor. ve korktuğumuz başımıza geliyor. Aslında buradan değil, ama yüzünü görerek, gözlerine bakarak anlatmak isterim sana insanın değişmesinin ihtimali olduğunu.Kaybetme korkumu yenemedim, ama beni seven o kişi değerli olduğumu usanmadan belki bin defa tekrarladıktan ve tüme yakın şüphelerimi gidermeye çalıştıktan ve ancak iki buçuk sene sonra kendime güvenim geç olsa da geliyor. Hissediyorum.Hayat sana mutlaka en güzel yüzüyle 'Merhaba 'diyecek bir gün Yağmur.Her şey güzel olacak canım.Bizim inanmaya ihtiyacımız var sadece.Seni kucaklıyor öpüyorum canım.Dilerim her şey gönlünce olur kızım.Sevgilerimle Yağmur'cuğum.

      Sil
  3. yağmur!!!yeminle içimdeki meltem kaçtı kendi kendine yazı yazmaya başladı sandım.O vesvese varya Allhımm korkunç, dün akşamdan beri ben kendimde değilim mal gibiyim böle kalbim titriyor öleceğim sanıyorum, kimi çok sevsem Allah onu benden alıyor çünkü onsuz yapamam deme,seni onsuz bırakırım der Allah görürsün der dururum.Ben de yalvarıyorum bazen Allaha ne olur diyorum böyle acıtmasın, bazense kalbim titremesin gerisini ben hallederim diyorum.ne olacak bizim bu hallerimiz bilmiyorum, ahkam kesiyorum kendi kendime eğlenmeye çalıuşıyorum ama bazen işte dün ve bugün oldğu gibi birden saplanyor bişiler ve nefes alasım bile gelmiyor, ne mutlu ki sana çözümünü bulmuşsun

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Şu yazıya sabredip okudun ya çok teşekkür ederim. Bide kıymet verip yorum yazdın ne diyeyim ki.. Meltem çok başarılı değilim aslında gelip geçiyor, savaşa hep devam. Sanırım iyi olsak burada olmazdık. Bak dışarıda bir hayat var. İnsanlar gelip geçiyor.. Bize baksana.. Söylenmemiş sözler, anlatılmayan korkular, saklanan duygular.. Yazarak rahatlamaya çalışıyoruz hepimiz. İnanmak istiyorum geçecek, belki hepimiz aynı anda inanırsak başarabiliriz bilmiyorum ki ..

      Sil
  4. merhaba ne güzel bloğunuz var takipdeyim bana da beklerim..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hoşgeldin, teşekkür ederim.. Memnuniyetle :)

      Sil