Geçmiş bir Cumaretsi gecesine ait bu yazı. Uzun zamandır taslaklarda bekleyen yazının başlığının altını bugün doldurmayı uygun gördüm. Belki içimdeki korkuyu atmanın en iyi yolunun bu olduğunu düşündüğüm için şimdi yazıyorum. Lanet olası korkuyu bu kez annem oluşturdu içimde. Gülerek dinlediğim havadisler bir anda korkunç gerçeklere dönüştü. Yalnız kalmaktan korktum. Bu evde yapayalnız yaşayıp hayatımı sürdürmekten... Allah'tan tek dileğim korktuklarımın başıma geldiğini görecek kadar yaşamamak yada şöyle değiştireyim dileğimi şuna yaşadıklarımı bozma Allah'ım. Neyse bu korkudan sıyrılmak adına haftalardır bekleyen başlığın altını yazıyla doldurmaya geçebilirim.
Bir Cumartesi gecesi kalktık Haydarpaşa garına gittik. Fasıl eşliğinde tarih kokan bu mekanda sevgilimle başbaşa akşam yemeği yiyecektik. Mekan çok güzel. İnsanı şuandan koparıp, geçmişte yolculuğa çıkaran bir havası var. Kasanın hemen yanındaki minik masamızda otururken, inceden Türk sanat müziği çalıyor ve duvara yansıtılan filmde Sadri Alışık bir o yana bir diğer yana bakıyor o iç yakan bakışlarıyla... Duvarda oynayan sessiz film belliki acıklı bir aşk hikayesi...
Yemekler yiyiyoruz birbirinden güzel... Onu ilk kez hem içip, hem de yerken görüyorum. Normalde içtiği zamanlar yemez. Çatalının ucuna taktığı beyaz peyniri dişinin ucuyla koparır, kâh tabağına bırakır, kâh yeniden eline alıp havada daireler çizererek birşeyler anlatır. O keyifli bir şekilde yerken onu seyrediyorum. Bilmiyorum kaç kişi sevdiğini izlerken benim aldığım hazzı alır, kaç kişi sevdiğini benim gibi sever.... Ben kelimeleri birleştirdiğimde ortaya onu çıkarıyorum, onu koyuyorum her mekanın orta yerine, o oluyor gördüğüm her güzel manzara ve onu buluyorum aldığım havada... Ben bu düşüncelerdeyken sevgilimin arkasındaki iki ufak sandalyeye sahipleri geldi. Biri ud diğeri kanun taşıyan iki adam...
Çok sevdiğim bir oyun vardır kendi kendime oynadığım. İnsanlara bakıp, hayatlarını tahmin etme oyunu. Bu kez sevgilimi de dahil ediyorum oyunuma ve başlıyorum adamların hayatlarını tahmin etmeye. Elinde kanun olan hazin bir aşk yaşamış, hiç evlenmemiş ve yıllarca o kadını düşünmüş, sevmiş bir adam. Ud çalan evlenmiş, çocuklarıda var. İki kızı olmalı. Ama eşi ölmüş çocuklarıda semtine uğramıyor. Bu iki mutsuz adam ortak noktaları olan müzikle yıllarca bir arada insanlara müzik yapmış, eğlendirmiş olmalılar. Şimdi ikisi aynı oda da yaşayan bu iki adam biri hayırsız çocuklarını, diğeri kalbine gömdüğü aşkını düşünerek müzik yapıyor. Notalara basışlarından, şarkıyı söylerken yaptıkları vurgulardan yazdığım hikayeyi doğrulayacak noktalar çıkarıyorum. Mesela ud çalanın konuşmaya dalan müşterilere takılmasını, onu dinlemeleri için laf atmasını yıllarca çocuklarına söz geçirememiş olmasına bağlıyorum. Hem bunları anlatıp, hemde müziğe eşlik ediyorum. Sevgilim beklenmedik bir biçimde söylediği tatlıyı bitirmiş, yenisini istiyor... Öyle keyfiliki onun hep öyle keyifli hep yanımda olmasını diliyorum. Birden bir ışık giriyor içeri, omzunda kamerayla giren bu adam objektifi kapıya çeviriyor. O da ne? Kayahan...
Kayahan müzisyenlerin arkasına gelip mikrofonu eline alıyor...
Aynanın karşısına geçip geçip, kaderime ağladım içip içip,
Gönül sayfamda canım açık seçik senin adın yazıyor....
Alkışlar, tezahüratlar eşliğinde Kayahan 'hayatımda ilk kez montla şarkı söyledim' deyip, aklımızda tek bir soruyla bizi başbaşa bırakıyor...
'Sen nerden çıktın Kayahan?'derken, o geldiği gibi bir anda gözden kayboluyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder