Arka bahçe ise sebze bahçesiydi. Mevsimine göre ekerdi dedem. Anlattığına göre Yunanistan'da çok güzel bir bahçeleri varmış birde annesinin onun için yaptığı hamağı. Hep hamak isterdi dedem. Yaşarken bir daha yatmak nasip olmadı dedeciğime.. Çok güzel bir adamdı. Güzel derken hem dışı hemde içi. Bana toprağı, çeşitlerini, tohumun veya fidanın nasıl ekilmesi gerektiğini sonra çiçek ve ağaç türlerini hep dedem öğretti. Benim için diktiği ve birlikte ektiğimiz ağaçlarımız vardı. 3 ayrı bahçe olmasına karşın en güzeliydi bizimki. Bu bahçeler öyle duvarlarla bölünmüyordu. Minik çiçekler vardı bir sıra sınırı belirtmek adına. Şimdiki gibi kalın duvarlar, dikenli teller yada güvenlik görevlileri korumazdı bahçelerimizi. Öğlen yemeklerimi vişne ağacımın altında yedirirdi anneannem. Karnım doyunca altına uzanırdım ağacımın. Dedemde yanıma yatardı. Yattığımız yerden yüzümüze kadar sarkmış dallardan vişneleri yer, bulutların şekillerini kimi zaman arabaya kimi zaman da hayvanlara benzetir gülerdik. Bazı akşamüstleri küçük sepetime kurabiyeler, meyveler koyar hemen arkamızdaki ormana giderdik. Bugün o ormana evler yapıldı. Benim gölgesinde oturduğum, piknik yaptığım, oyunlar oynadığım, dedemin koca koca ağaçlara bakıp 'ah bir hamak olsaydı' diye hayaller kurduğu o koca ağaçları kesip hiç yokmuş gibi birbirine bakan, insanın ruhunu daraltan evler yaptılar. Dedem bana doğayı sevmeyi öğretti. Herşeyden önce doğayı.. Çünkü doğa, onu sevdiğinde tüm nimetlerini sunuyordu, yaşam sevinci veriyor, yaşaman için gereken oksijeni sağlıyordu.. Oysa dedemin öğrettiklerini birileri yalanlarcasına bozuyordu. Ağaçları kesiyor, çiçekleri koparıyor, yerlere çöp atıyor, doğayı katlediyordu. Gövdesine sarılıp öptüğüm, isimler takıp meyvesini yediğim ağaçlar yok oluyordu. Bir gün o bahçe, o ağaçlarda gittiğinde büyüdüm ben. Yerine yenisi yapılsın diye müteahhite verildiğinde daha doğrusu verilmek zorunda bırakıldığında öyle ağladım ki, günlerce, gecelerce ağladım...
O zamanlar bizim evimizde ağaçlar arasındaydı. 3 koca çam ağacı çepe çevre sarmıştı salonumuzu. Ne yana baksak yeşil, ağaç görürdük camlardan. Kiracıydık o evde.. Sonra ev aramaya başladık, en korktuğum o ağaçlardan ayrılmaktı. Bir sürü ev baktık. Ve bir gün şuan oturmakta olduğumuz eve geldik. Evin salonuna girdiğimizde 3 koca çam ağacı camlara dayamış dallarıyla karşıladı bizi. Sırf ben değil annem, babamda çok sevmişti yeni evimizi... O güzel tesadüf bugün oturduğumuz evi almamıza en büyük sebep oldu. O ağaçlara bakarak neler düşündüm, ne hayaller kurdum, ne sevindim, ne ağladım... Bir gün bizimde kapımızı çaldı müteahhit... Evimiz yıkılacak yerine yenisi yapılacaktı. Tek koşulumuz o 3 ağacın kesilmemesiydi o da oldu. Şuan salondan 3 koca gövde yükseliyor. Ama sadece 1'i yaşıyor. Diğer ikisi kurudu. Yinede kıyamadık kesilmelerine onun yerine ikisini sarmaşıklarla örtüp, yeşille kavuşturduk. Ben bu sevgiyle büyüdüm, okudum, çalışmaya başladım. İşe girdiğimde bana verilen masa camın kenarındaydı. Ve tam önümde koca bir çınar ağacı. Umudumu, düşlerimi göğe uzanan dallarına bağladığım o koca ağaçla mevsimlerin değişimini izledim. Onun yapraklarını dökmesine, soğuğa, kara karşı direnmesine tanıklık ettim. Ondan güç aldım.
Bugün Taksim'de 3 ağaç meselesi olarak küçümsenen ama koca bir direnişe sebep güzelim Gezi Parkı'nın yaşaması için mücadele veriliyor. Bugün bir tarih yazılıyor. Hayatında tarihle arası olmayan ben 31 Mayıs'ı asla unutmayacağım. Bu katliamı, bu kötülüğü, bu küçümsemeyi asla ama asla unutmayacağım. Umuyorum doğa da unutmaz ve intikamını alır. Ve bunu yapanlar bir ağaç gölgesine muhtaç kalır. Çünkü hiçbir köprünün, hiçbir yolun, hiçbir metronun gölgesi bir ağaç gibi kucaklamaz insanı!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder