28 Haziran 2013 Cuma

19. Yüzyılın bir tanesi Verdi..

Verdi'yi pek severim. Besteleri dinlerken alır götürür insanı...
Taa uzak diyarlarda jozefin koltuğumda uzanırken bulurum kendimi.
Açık bir pencere ve içeri dolan rüzgarla gelir melodiler adeta.
Sanmayın ki çok klasik bir insanım aksine arabesk yanım ağır basar lakin bir yanımda pek sever klasik müziği, operayı..
Amaaaa bunca zamandır operaya giderim sevgiliyle gitmek pek bir başka oluyormuş bunu anladım. 
Canım sevgilim, önce sana pek çok teşekkür ederim beni şaşırtıpta program yaptığın için, sonra 3 saat oturup izlediğin için ayrıca teşekkür ederim. Seninle herşeyde olduğu gibi operada da ayrı keyif aldım. Bu küçük yazıyı da bunun için yazdım :) kocaman öpücüklerimle...

27 Haziran 2013 Perşembe

25 Haziran 2013 Salı

23 Haziran 2013 Pazar

Tedirginlik...

Tedirginlik fenadır.. 
En kötüsü de karşındakinin tedirginliğinin sebebini anladığını düşünmenden gelir.
Seni tüm bu sebeplerinle başbaşa bırakıyorum. 
Hoşça kal!

Komiksin hemde çok...

Ama merak etme yüzüne vurmayacağım..

20 Haziran 2013 Perşembe

Bu böyledir..

Bir cisim bir yere yakın ise, diğer yerden uzaklaşmış demektir.
Bir cismin 2 yere aynı anda yakın olması için, o 2 yerin yanyana olması gerekmektedir. Aksi durumda sadece birine yakınlaşmış olursunuz.
Hayatta böyle..
Bir yere yakınsan diğer yerden uzaklaşırsın..

Biliyor musun?

Haftanın 7 günü var..

19 Haziran 2013 Çarşamba

.....

Hep aynı hikaye... 

Hep ama hep!

.....


İçimden geçeni bir tek sen biliyorsun Allah'ım bir tek sen... 

Ya bi çekil git diyicem, yol vericem!



Arkadaş ne yan geçti bilmiyorum. Anlamak gibi bir çabamda yok, olamazda zaten. Tükettin içimde ne varsa o derece. Ha diyeceksin ki ne demeye yazıyorsun olurda denk gelirde okursan bilesin diye yazıyorum. Zahmet ettim biliyorum. Biliyorum ki iyilikle, doğrulukla olmuyor. Her gün biriniz iyi olmanın zararını göstere göstere öğretiyor ya oradan biliyorum.

Kardeşim, çıkmışsın gitmişsin dışarı çalışmışsın gelmişsin eyvallah. Ama sanki bana yapmışsın. Gelirken beni düşündüğünü göstermek adına -ki bunu da neden yaptığını biliyorum- soğuk içecek getirmişsin buna da eyvallah. Peki ne demeye getirip masaya vuruyorsun 'al bunu aldım, git bardak getir' diye atarlanıyorsun? Artistliğin kime diye sorduğumda neden yüzün düşüyor? Ne bozuluyorsun? Bak, bu güne kadar açık ve net oldum. Dünyada bir başıma kalacağımı bilsem tavrım değişmez benim. Ha yüzün düşüyor, çenen açılıyor. Bu seferde çok sıcaktı dışarısı diyorsun. ‘Havayı ben mi harladım?’ diyorum basıp giyorsun. Git, git nereye gidersen git umurumda değil lakin geri dönüyorsun. Elinde bardakla yanıma geliyorsun yeniden. Çok istememe rağmen içmiyorum aldığın içeceği, yine yüzün düşüyor. Kendin edip kendin buluyorsun. Ama bil istiyorum bir gün sen gitmeden ben git diyicem sana yol vericem haberin olsun. Ohhh be rahatladım.

12 Haziran 2013 Çarşamba

Metronun gölgesinde dinlenemezsin!

Hiçbir zaman tarihle aram iyi olmadı. Okulda sınava girmeden evvel annemin ezberlettiği bir ders olmaktan öteye gidemedi. Kim kimi öldürmüş, hangi savaş neden çıkmış, devletler nasıl kurulmuş, nasıl çökmüş umurumda değildi. Aklım fikrim bir an evvel dersin bitmesi ve dedeme gitmekteydi. Dedemlerin evi 3 ayrı bölümden oluşuyordu. 3 kat ve 3 daire. Her dairenin bir ön ve birde arka bahçesi vardı. 3 ayrı minik kapıdan giriyordunuz apartmana. Dedemlere ait olan kısım dün gibi aklımda. Girişte sağda hanımeli sardırmıştı dedem kapıya, onun yanında da sarı gül... Kapıya varmadan kokusu başını döndürürdü insanın.. Hanımelinin kokusu gülün kokusuna karışırdı. İster istemez gülümseyerek girerdi herkes o kapıdan. Apartmanın giriş kapısına kadar eşlik ederdi ön bahçe... Yürüme yolunun kenarına pembe ve beyaz yoncalar ekmişti dedem. Yoncaların bir sıra gerisinde yine güller vardı pembe, kırmızı, beyaz, sarı ve siyah ... Karagözler vardı birde diğer apartmanın komşu duvarına yakın.. Yanlarında aslanağızları pembe pembe.. 
Arka bahçe ise sebze bahçesiydi. Mevsimine göre ekerdi dedem. Anlattığına göre Yunanistan'da çok güzel bir bahçeleri varmış birde annesinin onun için yaptığı hamağı. Hep hamak isterdi dedem. Yaşarken bir daha yatmak nasip olmadı dedeciğime.. Çok güzel bir adamdı. Güzel derken hem dışı hemde içi. Bana toprağı, çeşitlerini, tohumun veya fidanın nasıl ekilmesi gerektiğini sonra çiçek ve ağaç türlerini hep dedem öğretti. Benim için diktiği ve birlikte ektiğimiz ağaçlarımız vardı. 3 ayrı bahçe olmasına karşın en güzeliydi bizimki. Bu bahçeler öyle duvarlarla bölünmüyordu. Minik çiçekler vardı bir sıra sınırı belirtmek adına. Şimdiki gibi kalın duvarlar, dikenli teller yada güvenlik görevlileri korumazdı bahçelerimizi. Öğlen yemeklerimi vişne ağacımın altında yedirirdi anneannem. Karnım doyunca altına uzanırdım ağacımın. Dedemde yanıma yatardı. Yattığımız yerden yüzümüze kadar sarkmış dallardan vişneleri yer, bulutların şekillerini kimi zaman arabaya kimi zaman da hayvanlara benzetir gülerdik. Bazı akşamüstleri küçük sepetime kurabiyeler, meyveler koyar hemen arkamızdaki ormana giderdik. Bugün o ormana evler yapıldı. Benim gölgesinde oturduğum, piknik yaptığım, oyunlar oynadığım, dedemin koca koca ağaçlara bakıp 'ah bir hamak olsaydı' diye hayaller kurduğu o koca ağaçları kesip hiç yokmuş gibi birbirine bakan, insanın ruhunu daraltan evler yaptılar. Dedem bana doğayı sevmeyi öğretti. Herşeyden önce doğayı.. Çünkü doğa, onu sevdiğinde tüm nimetlerini sunuyordu, yaşam sevinci veriyor, yaşaman için gereken oksijeni sağlıyordu.. Oysa dedemin öğrettiklerini birileri yalanlarcasına bozuyordu. Ağaçları kesiyor, çiçekleri koparıyor, yerlere çöp atıyor, doğayı katlediyordu. Gövdesine sarılıp öptüğüm, isimler takıp meyvesini yediğim ağaçlar yok oluyordu. Bir gün o bahçe, o ağaçlarda gittiğinde büyüdüm ben. Yerine yenisi yapılsın diye müteahhite verildiğinde daha doğrusu verilmek zorunda bırakıldığında öyle ağladım ki, günlerce, gecelerce ağladım...
O zamanlar bizim evimizde ağaçlar arasındaydı. 3 koca çam ağacı çepe çevre sarmıştı salonumuzu. Ne yana baksak yeşil, ağaç görürdük camlardan. Kiracıydık o evde.. Sonra ev aramaya başladık, en korktuğum o ağaçlardan ayrılmaktı. Bir sürü ev baktık. Ve bir gün şuan oturmakta olduğumuz eve geldik. Evin salonuna girdiğimizde 3 koca çam ağacı camlara dayamış dallarıyla karşıladı bizi. Sırf ben değil annem, babamda çok sevmişti yeni evimizi... O güzel tesadüf bugün oturduğumuz evi almamıza en büyük sebep oldu. O ağaçlara bakarak neler düşündüm, ne hayaller kurdum, ne sevindim, ne ağladım... Bir gün bizimde kapımızı çaldı müteahhit... Evimiz yıkılacak yerine yenisi yapılacaktı. Tek koşulumuz o 3 ağacın kesilmemesiydi o da oldu. Şuan salondan 3 koca gövde yükseliyor. Ama sadece 1'i yaşıyor. Diğer ikisi kurudu. Yinede kıyamadık kesilmelerine onun yerine ikisini sarmaşıklarla örtüp, yeşille kavuşturduk. Ben bu sevgiyle büyüdüm, okudum, çalışmaya başladım. İşe girdiğimde bana verilen masa camın kenarındaydı. Ve tam önümde koca bir çınar ağacı. Umudumu, düşlerimi göğe uzanan dallarına bağladığım o koca ağaçla mevsimlerin değişimini izledim. Onun yapraklarını dökmesine, soğuğa, kara karşı direnmesine tanıklık ettim. Ondan güç aldım. 
Bugün Taksim'de 3 ağaç meselesi olarak küçümsenen ama koca bir direnişe sebep güzelim Gezi Parkı'nın yaşaması için mücadele veriliyor. Bugün bir tarih yazılıyor. Hayatında tarihle arası olmayan ben 31 Mayıs'ı asla unutmayacağım. Bu katliamı, bu kötülüğü, bu küçümsemeyi asla ama asla unutmayacağım. Umuyorum doğa da unutmaz ve intikamını alır. Ve bunu yapanlar bir ağaç gölgesine muhtaç kalır. Çünkü hiçbir köprünün, hiçbir yolun, hiçbir metronun gölgesi bir ağaç gibi kucaklamaz insanı!

10 Haziran 2013 Pazartesi

Ben anlamam faizden, lobiden bana sor geçen günden..



Bireysel problemlere ülke sorunları da eklenince ortaya bu başlık çıktı haliyle. Bugüne kadar politikayla alakam olmadı. Zaten kelimenin manası da  ‘Bir hedefe varmak için karşısındakilerin duygularını okşama, zayıf noktalarından veya aralarındaki uyuşmazlıklardan yararlanma vb. yollarla işini yürütme’ benden son derece uzak bir kavram. Ülke meselelerine de bugüne kadar kafamı yormadım. Önemli olan Müslüm Baba’nın dediği gibi ‘Benim Meselem’di. Lakin öyle bir an geldi ki benim meselelerim birden ülkenin de sorunu halini aldı. Allah biliyor ya çok memnunum bu durumdan. Tek başına rahatsız olmak, tek başına kafa tutmak, birilerine kendini anlatmak durumunda kalmak kötüydü. Baktım ki ben gibileri meydanları doldurmuş, ‘Yeter Artık’ diyenlerin sesleri cılız bir iç ses olmaktan çıkıp havaya dağılmış yüzüm güldü elbette. 31 Mayıs günü başlayan bu direnişin nasıl bir sona bağlanacağı meçhul olsa da, yalnız olmadığını anlamak bireysel mutlu sonları getirecektir diye düşünüyorum. BEN merkezli BENCİL anlayışın sona erdiği bir toplum hayallerimi süslüyor. Egosu olmayan insanların çoğaldığı bir düzlüğe varmak isteği kaplıyor içimi.
Peki neden oldu tüm bunlar? Neden benim meselem, toplumun meselesi oldu?
Tabi ki en büyük problem ‘saygı-sızlık’.
Bugünlerde saygı nereye konduğu unutulmuş bir eşya gibi. ‘Şeytaaaan aldıııı götüüürdü satamadıııı getirrdiii’ diyerek aramak faydasız.
Faydasız diyorum çünkü çok aradım lakin bulamadım oradan biliyorum.
Ayrıca şunu da biliyorum ki ‘saygı görmek istiyorsan, saygı göstereceksin’ söylemi de gerçekliğini yitirdi.
Yeterince saygı göstermeme rağmen göremediğim saygıdan öğrendim bunu da.
2 sevdiğim kelime var. Adap ve edep. Bu kavramların olmadığı kişiler saygıyı öğrenemiyor maalesef.
Malum adap; yol – yordam, edep; iyi ahlak, terbiye anlamını taşır. Edepsiz birinden saygı beklemek manasızdır.
Her ikisi de ailede öğrenilse de içinde de olacak insanın. İçine sonradan bir şey koyulmuyor. Tıp henüz olmayan duyguları nakil etmeye başlamadı maalesef.
Hal böyle olunca uzaklaşmak, ‘amaaan boşver’ demek yetmedi kimilerimize..
Saygısız insanlardan uzaklaştıkça onların alanlarını genişlettiğimiz gerçeği tokat gibi çarpınca yüzlerimize kendimize geldik belki de.
İşte bu yüzden bireylerin sorunları, toplumun sorunu oldu..
İşte bu yüzden birden fazla yüze sahip olanlar ne yapacağını şaşırdı.

Erkin Koray'ın dediği gibi;

Şaşkın sana ne dedim sen ne yaptın,
Dün gece gördüm seni ters yola saptın.
Sana başka sözüm yok bu alem içinde
Bir alemsin şaşkın sen, alem içinde..

9 Haziran 2013 Pazar

Sevgilim...

Benim canımsın sen. Seni bu dünyadaki herşeyden çok seviyorum.

6 Haziran 2013 Perşembe

Günün sözü..

Öyle çok yanar ki canın, dünyada ki bütün suçları işlediğini sanırsın.
Oysa sadece sevmişsindir...

....

Anne çocuğunu döver, çocuk bağırarak ağlamaya başlar.
Ağzından tek bir sözcük dağılır havaya 'Annneeeeeeeeee'..
Gider yapışır bacağına, anne iter. Çocuk daha da sıkı sarılır 'ANNeeeeeeeeee' diye..
İşte bu şekilde seviyorum ben seni..


Beni avutan çocuk; sana teşekkür ederim!



Henüz dokuz yaşında, küçücük bedeni, minicik elleri ama kocaman bir yüreği var…
Henüz aşk nedir bilmiyor ama acısına tanık gözleri..
Akşama kadar umutla beklemiş beni, benim onu beklediğim gibi.
Sımsıkı sarıldı görünce, ‘seni bekledim, çok özledim’ dedi.
Ağzımdan cılız bir ‘bende’ çıktı…
İçimde olup biteni bastırmaya çalışarak oyun oynadım..
Dur durak bilmeyen düşüncelerle kalkıp telefonu elime aldığımda çevirdim numarasını..
Çalan bekleme sesi miydi, kalbimin sesi mi bilemiyorum.
Sonrası mı…
O soğuk hıı ile karşıladı sesin..
Demek istediklerimi, hevesimi, heyecanımı, aşkımı, özlemimi kalkan gibi tuttuğun sesinle gerisin geriye yolladın?
Telefon kapandı, odanın kapısı açıldı..
Yanıma geldi çocuk..
Elimi tuttu yanıma oturdu.
Gözlerimi kapayıp yanına uzandım.
Üzülme dedi,sarıldı.. hiç soru sormadan öylece yattık.
Minicik elini yüzüme koydu, gözyaşlarımı sildi, uyuyana kadar yanımda bekledi.
Tam uyuyacakken eğilip kulağıma ‘üzülme ben seni seviyorum’ dedi..
Bende.. dedim

Bende seni seviyorum..