7 Nisan 2013 Pazar
Cumartesi, bir uzun gezi...
Sabah erkenden çıktığımız hafta sonu yolculuğumuz için geçen haftadan belirlediğimiz rotayı izleyecektik. Önce Üsküdar'dan vapurla Karaköy'e oradan finüküler ile Taksim'e geçip Cihangir'e yürüdük. Yine geçen hafta gözümüze kestirdiğimiz Van kahvaltı evi önündeki kuyruğa bakıp, başka yere gitmeyi teklif ettim. Neticede kahvaltı edecektik. Peynir heryerde aynı domates aynıdır düşüncesiyle Firuzağa Camisi'nin hemen yanıbaşındaki kırmızı kareli örtülerine aldandığım yere girdik. Yola paralel 2. Masaya oturduk. Önümüzdeki kalabalık grup, kedilerin istilasına uğramıştı. Masada kahvaltı namına ağız sulandıracak birşey olmamasına karşın kediler bir sandalyeden diğerine atlıyor, masadakileri rahatsız ediyorlardı. Siparişimizi kaşı gözü oynayan garsona verdikten sonra başladık beklemeye. Beklerken yan masayı toparlayan garsonun arsız kedinin kuyruğuna basıp kediyi zıplatmasıyla hoplayan yüreğimin bu muhabbete daha fazla dayanamayacağını düşünerek yan masaya geçmeyi teklif ettim. İçeriye yakın bir masaya geçtik. Derken masaya en adi peçeteye sarılmış çatal ve bıçak geldi. Dikkatimi başka yere vermeye çalışmama rağmen sevgilimin önünde, kenarına domates bulaşmış peçeteye sarılı çatal bıçaktan gözümü alamadım. Dayanamayıp önünden aldım ve silmeye başladım. Kolay kolay hiçbirşeyden iğrenmeyen ben çatalın arasında kalıplaşmış kiri görünce dayanamadım. Önce hiçbirşey söylemeden tırnağımla kiri çıkarabilirmiyim diye uğraştıysamda çatalın artık temizlenmeyecek durumda olduğunu anlayıp sevgilime 'çok pis burası' dememle zaten zar zor oturan ama sesini çıkarmayan sevgilim hemen ayaklandı. İçeri girip kaşı gözü oynayan garsona acele kalkmamız gerektiğini söyledim. Gözü seyirerek kahvaltının hazır olduğunu söyleyen garsona telefon geldiğini acele kalkmamız gerektiğini söyleyip oradan hızla uzaklaştık. Yeniden aynı yere başlangıç noktamıza dönmüştük. Bu kez sabırla kalabalığı bekledik. Sıra bize gelince içeriye girip serpme kahvaltı söyledik. Asıl komedi garsondu. Garsonumuz öyle hızlıydı ki elimizden bir çırpıda adeta çekerek aldığı menüyle, bu size yeter diyerek uzaklaştı. Gülme krizimizi yine hızla getirdiği çaylarla garsonumuz bozdu. Sevgilimin 3 yumurta talebine hemen diyerek uzaklaşan, elindeki koca tepsiyi masaya boşaltırken hazırda 2 yumurta vardı diyerek yeniden uzaklaşan garsonumuz bizi bir hayli eğlendirdi. Gülerek yediğimiz kahvaltının ardından kovulmadan ayrılmak için hızlı hareket ettik. Karşı sokaktan Firuzağa camisinin önüne oradan arka sokakları dolaşarak Beyoğlu'ndan o çok merak ettiğim, yıkılıp yerle bir olmadan önce görmek istediğim Tarlabaşı'na girdik. Daha ilk sokağa girmemizle gözlerini dikip kafasını sallayarak yaklaşan yüzü bıçak yarasından görünmeyen adam yanımda bitince sevgilimin koluna girerek tekrar Beyoğlu'na döndük. Avazım çıktığı kadar bağırıp ağlayabilecek raddedeydim. Neyseki çabuk geçti. Yeniden İstiklal'e oradan ara sokaklara geçtik. Çok ton ton bir amcanın dükkanına girip genç bir ressamın sergisini gezdik. Hatta gezmekle kalmayıp anı defterine birde yorum bıraktık. Sokak bizi Galata Mevlevihanesi'nin önüne getirdiğinde, daha önce kalabalıktan fark edemediğimiz Mevlevihane'ye girdik. Beni en çok sevindiren müze kartlarını kullanarak içeriye girebilmemiz oldu. Gezdik, oturduk, çıkıp yeniden yürümeye başladık. Galata kulesini ve çevresini dolaştık. Bu gezi sırasında keşfettiğimiz şarap evi, otantik dükkanlar herşey çok güzeldi. Gezinin sonu mu? Asmalımescit... Yemek ve içmek, sohbet ve muhabbet...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder