Bu sabah durağa yürüyen kör bir adam
gördüm. Elinde sopası bir bariyerlere, bir yere vurarak ilerliyordu. Yüzüne
baktım nasıl mutlu bir ifade.. Acaba görmediği için mi böyle mutlu diye
düşünürken, düşüncelerin beni bambaşka diyarlara götürdüğünü fark ettim.
Bakın nereye…
Kitap yazdı diye ömrü hapishanede çürüyen
insanlar olmuş bu ülkede. Hatta yazdığı yazıdan ötürü idam edilen bile var.
Peki yazıyı bir eser olarak ele alalım.. Nasıl bir ressamın eseri yaptığı
resimdir yada bir heykeltıraşın eseri heykeli.. Yazan için de yazısı bir
eserdir. Umarım buraya kadar mutabıkızdır. Devam edelim..Bir ressam ve
heykeltıraş eserlerini yaparken mutlaka bir şey düşünüyorlar değil mi? Bazen
öfkeyi, bazen sevgiyi, bazen yaşamda tanık olunan bir olayı gibi gibi pek çok
şeyi düşünerek eserlerini icra ediyorlar. Hal böyle olunca resim ve heykelin
yazıdan farkı içinde bulunan bir durumu renklerle, çizgilerle, şekillerle ifade
edip bunu kelimelere dökmeden izleyicisine geçirmesidir. Siz hiç bir resme
bakıp, ‘vay şerefsiz demek bunu anlatmak istedin bu resimde’ diyen birini
duydunuz mu? yada bir heykele bakıp ‘ben neden esinlendiğini biliyorum senin,
utanmaz heykeltıraş’ diyen biri oldu mu çevrenizde?? Benim olmadı.
Ama bir yazı okuyup sövene yada yazdığı
yazı yüzünden öldürülene mutlaka rastlarız.. (Bknz. Yakın zamanda öldürülen
yazar.) Neden?
Çünkü yazarken duygular kelimelere dönüşüp
satırlara düştüğünden okuyan, yazan ne hissettiyse daha net algılayabilir. Yani
bir resme bakıp ‘hımmm ressam çocukken çok ezilmiş’ demek zordur. Resmi okumak
ayrı bir yetenek işidir. Ve bir ressam okunmak istemiyorsa izleyicisini ters
köşe yapabilir. Şöyle ki.. Bir resme bakıyorsunuz.. Yorumunuz ressamın
düşüncesine aşağı yukarı denk geldi gelecek, birden bire ressam geliyor ve resmi
sola çevirip asıyor, ‘ben resmi bu açıdan yaptım’ dediği an bok gibi
kalırsınız. Yani resim ve heykelde
okunmak, anlaşılmak istenmek tamamen sanatçısına kalmıştır. Daha tehlikesizdir.
Çünkü sanatçı o açıdan yapmadım, aslında budur resmedilen diyip sizi
şaşırtabilir.. Ama yazı öyle değildir. Kelimelere dökülmüştür ya okuyucuya da
her türlü hakkı verdiği düşünülür. Yani bir yazıyı okuyup, ‘düzenbaza bak neler
kaleme almış’ demeniz, ‘ulan bu karıda zihinleri kirletiyor ben öldüreyim de
başka zihinler kirlenmesin’ diyeni televizyonlarda izlemeniz normaldir.
Resim – Heykel – Yapı bize ne anlatır?
Bazen bir dönemi, bazen bir akımı, bazen
tamamen yapanın aklından geçenleri, bazen de yalnızca baktığınızda gördüğünüz
yada hissettiğiniz herhangi bir şeyi..
Yapan neden yapar?
Yeteneği vardır, yaparken rahatlıyordur,
mesleğidir, bir eser bırakmak istiyordur, kendini başka türlü ifade edemiyordur
v.b.
İşin özüne bakıldığında fikri yansıtmak
yatar her sanat dalında. Bazen tiye alır, bazen trajediyi olduğu gibi yansıtır,
bazen karikatürize eder, bazen güldürür, bazen ağlatır.. Hepsinin içerisinde
düşünce yatar, çünkü düşünmeden bir his uyanmaz. Yazan, çizen, oynayan insan
genelde kendini ifade edemediğini düşündüğünden alternatif bir yol olarak
sanatı kendine iş edinir. Belki ortaya koyduklarıyla anlaşılır düşüncesi
yaratır bir çok eseri.
Yazımın başına dönecek olursak.. Sabah
gördüğüm kör adam, benim yazıma dahil olacağını aklının köşesinden bile
geçirmeden otobüs durağını bulmak için yürürken benim aklımdan, ‘acaba
görmediği için mi bu kadar mutlu?’, ‘bizler saatler alınmadı karanlıkta yola
çıkıyoruz diye kampanyalar düzenlerken, o yaşadığı ve yaşayacağı hayatta hep bu
karanlığa mahkum olmasına rağmen bizim kadar şikayetçi değil’, ‘bizlerin
şikayetini, engellerimizi yıllarca görmezden geldiler, bak şimdi onlarda
karanlıkta yol almaya çalışıyorlar oh
olsun mu diyor’, ‘şu kahpe dünyayı görmüyorum ya ne mutlu bana mı diyor’,
‘kendine daha renkli bir dünya mı yarattı zihninde’ gibi milyonlarca düşünce
geçti. Gidip adama şöyle mi deseydim? ‘sizi gördüm ve aklımdan bunlar bunlar
geçti, şimdi ben bu aklımdan geçenleri bir yazı yapacağım. Bu sizin için uygun
mudur?’ Bunu diyebilsem büyük incelik olurdu beklide. Desem bana ne derdi?
‘Ayyy ne büyük incelik, sabahın köründe, yola bakmak yerine karanlıkta
bariyerlere çarpa çarpa yürürken beni fark ettiğiniz için çok teşekkür ederim.
Üstelik beni bir yazınıza taşımayı düşünmüşsünüz. Ne büyük incelik.. Elbette
yazın.’ Sanıyorum bu cevabı almak biraz ütopik. Hadi biraz daha gerçekçi
olalım. ‘Manyak mısın nesin git işine’, ‘yola bakmak yerine beni mi görüp
inceledin işin gücün yok mu?’, ‘asıl engelli sizsiniz, hayatımızı
zorlaştırıyor, bizlere uzaylıymış gibi bakıyorsunuz’ v.b. Peki ben o trafikte,
sırf bunları söylemek için dursaydım. O trafikte ilerleyenler bana nasıl tepki
verirlerdi? İlk tepki kesintisiz bir korna olurdu elbette. Sonra camı açıp,
yarı beline dek camdan çıkan ve söven insanlar olabilirdi. Birde neden
durduğumu bilseler tepkiler saymakla bitmezdi. Ama ben yazmak yerine
gördüklerimi bir resimle sizlere aktarsaydım. Üstelik bu resim soyut bir
çalışma olsaydı. Yani bir fotoğraf gibi değil de, sadece karmakarışık
renklerden oluşsaydı kimse çıkıp ta asıl anlatmak istediğimi anlayamazdı..
Neyse… Belki de en güzeli çevreye duyarsız
olmak, üzerine düşünmemek, düşünüp yazmamak. Yanlış anlaşılacağına, hiç
anlaşılmadan yok olup gitmek en güzeli belki de..
Belki de o adama bakınca düşünmek yerine,
‘kör bir adam’ diye basıp geçmek yanından en güzeli..
Yada çok bir şey anlatmak istediğinde taş
alıp yontmak, bir resim yapmak hiç olmadı resmi ters çevirip ‘ahanda bu açıdan
yaptım’ demek en iyisi.
Resim iyidir, ben iyisi mi resim yapayım
ama soyut çalışmalar..
Bu yazıyı aşağıdaki resimle bitirmek
istiyorum. Kim bilir ressam ne anlatmış? Ama yok üzerine düşünmeyeceğim.
Ressamın canı cehenneme.. koymuş renkleri karalamış kağıdı..