26 Aralık 2016 Pazartesi

Yol almaya çalışan kör yada sadece kör...



Bu sabah durağa yürüyen kör bir adam gördüm. Elinde sopası bir bariyerlere, bir yere vurarak ilerliyordu. Yüzüne baktım nasıl mutlu bir ifade.. Acaba görmediği için mi böyle mutlu diye düşünürken, düşüncelerin beni bambaşka diyarlara götürdüğünü fark ettim.

Bakın nereye…

Kitap yazdı diye ömrü hapishanede çürüyen insanlar olmuş bu ülkede. Hatta yazdığı yazıdan ötürü idam edilen bile var. Peki yazıyı bir eser olarak ele alalım.. Nasıl bir ressamın eseri yaptığı resimdir yada bir heykeltıraşın eseri heykeli.. Yazan için de yazısı bir eserdir. Umarım buraya kadar mutabıkızdır. Devam edelim..Bir ressam ve heykeltıraş eserlerini yaparken mutlaka bir şey düşünüyorlar değil mi? Bazen öfkeyi, bazen sevgiyi, bazen yaşamda tanık olunan bir olayı gibi gibi pek çok şeyi düşünerek eserlerini icra ediyorlar. Hal böyle olunca resim ve heykelin yazıdan farkı içinde bulunan bir durumu renklerle, çizgilerle, şekillerle ifade edip bunu kelimelere dökmeden izleyicisine geçirmesidir. Siz hiç bir resme bakıp, ‘vay şerefsiz demek bunu anlatmak istedin bu resimde’ diyen birini duydunuz mu? yada bir heykele bakıp ‘ben neden esinlendiğini biliyorum senin, utanmaz heykeltıraş’ diyen biri oldu mu çevrenizde?? Benim olmadı.

Ama bir yazı okuyup sövene yada yazdığı yazı yüzünden öldürülene mutlaka rastlarız.. (Bknz. Yakın zamanda öldürülen yazar.) Neden?
Çünkü yazarken duygular kelimelere dönüşüp satırlara düştüğünden okuyan, yazan ne hissettiyse daha net algılayabilir. Yani bir resme bakıp ‘hımmm ressam çocukken çok ezilmiş’ demek zordur. Resmi okumak ayrı bir yetenek işidir. Ve bir ressam okunmak istemiyorsa izleyicisini ters köşe yapabilir. Şöyle ki.. Bir resme bakıyorsunuz.. Yorumunuz ressamın düşüncesine aşağı yukarı denk geldi gelecek, birden bire ressam geliyor ve resmi sola çevirip asıyor, ‘ben resmi bu açıdan yaptım’ dediği an bok gibi kalırsınız.  Yani resim ve heykelde okunmak, anlaşılmak istenmek tamamen sanatçısına kalmıştır. Daha tehlikesizdir. Çünkü sanatçı o açıdan yapmadım, aslında budur resmedilen diyip sizi şaşırtabilir.. Ama yazı öyle değildir. Kelimelere dökülmüştür ya okuyucuya da her türlü hakkı verdiği düşünülür. Yani bir yazıyı okuyup, ‘düzenbaza bak neler kaleme almış’ demeniz, ‘ulan bu karıda zihinleri kirletiyor ben öldüreyim de başka zihinler kirlenmesin’ diyeni televizyonlarda izlemeniz normaldir.

Resim – Heykel – Yapı bize ne anlatır?

Bazen bir dönemi, bazen bir akımı, bazen tamamen yapanın aklından geçenleri, bazen de yalnızca baktığınızda gördüğünüz yada hissettiğiniz herhangi bir şeyi..

Yapan neden yapar?

Yeteneği vardır, yaparken rahatlıyordur, mesleğidir, bir eser bırakmak istiyordur, kendini başka türlü ifade edemiyordur v.b.
İşin özüne bakıldığında fikri yansıtmak yatar her sanat dalında. Bazen tiye alır, bazen trajediyi olduğu gibi yansıtır, bazen karikatürize eder, bazen güldürür, bazen ağlatır.. Hepsinin içerisinde düşünce yatar, çünkü düşünmeden bir his uyanmaz. Yazan, çizen, oynayan insan genelde kendini ifade edemediğini düşündüğünden alternatif bir yol olarak sanatı kendine iş edinir. Belki ortaya koyduklarıyla anlaşılır düşüncesi yaratır bir çok eseri.

Yazımın başına dönecek olursak.. Sabah gördüğüm kör adam, benim yazıma dahil olacağını aklının köşesinden bile geçirmeden otobüs durağını bulmak için yürürken benim aklımdan, ‘acaba görmediği için mi bu kadar mutlu?’, ‘bizler saatler alınmadı karanlıkta yola çıkıyoruz diye kampanyalar düzenlerken, o yaşadığı ve yaşayacağı hayatta hep bu karanlığa mahkum olmasına rağmen bizim kadar şikayetçi değil’, ‘bizlerin şikayetini, engellerimizi yıllarca görmezden geldiler, bak şimdi onlarda karanlıkta yol almaya çalışıyorlar  oh olsun mu diyor’, ‘şu kahpe dünyayı görmüyorum ya ne mutlu bana mı diyor’, ‘kendine daha renkli bir dünya mı yarattı zihninde’ gibi milyonlarca düşünce geçti. Gidip adama şöyle mi deseydim? ‘sizi gördüm ve aklımdan bunlar bunlar geçti, şimdi ben bu aklımdan geçenleri bir yazı yapacağım. Bu sizin için uygun mudur?’ Bunu diyebilsem büyük incelik olurdu beklide. Desem bana ne derdi? ‘Ayyy ne büyük incelik, sabahın köründe, yola bakmak yerine karanlıkta bariyerlere çarpa çarpa yürürken beni fark ettiğiniz için çok teşekkür ederim. Üstelik beni bir yazınıza taşımayı düşünmüşsünüz. Ne büyük incelik.. Elbette yazın.’ Sanıyorum bu cevabı almak biraz ütopik. Hadi biraz daha gerçekçi olalım. ‘Manyak mısın nesin git işine’, ‘yola bakmak yerine beni mi görüp inceledin işin gücün yok mu?’, ‘asıl engelli sizsiniz, hayatımızı zorlaştırıyor, bizlere uzaylıymış gibi bakıyorsunuz’ v.b. Peki ben o trafikte, sırf bunları söylemek için dursaydım. O trafikte ilerleyenler bana nasıl tepki verirlerdi? İlk tepki kesintisiz bir korna olurdu elbette. Sonra camı açıp, yarı beline dek camdan çıkan ve söven insanlar olabilirdi. Birde neden durduğumu bilseler tepkiler saymakla bitmezdi. Ama ben yazmak yerine gördüklerimi bir resimle sizlere aktarsaydım. Üstelik bu resim soyut bir çalışma olsaydı. Yani bir fotoğraf gibi değil de, sadece karmakarışık renklerden oluşsaydı kimse çıkıp ta asıl anlatmak istediğimi anlayamazdı..

Neyse… Belki de en güzeli çevreye duyarsız olmak, üzerine düşünmemek, düşünüp yazmamak. Yanlış anlaşılacağına, hiç anlaşılmadan yok olup gitmek en güzeli belki de..

Belki de o adama bakınca düşünmek yerine, ‘kör bir adam’ diye basıp geçmek yanından en güzeli..

Yada çok bir şey anlatmak istediğinde taş alıp yontmak, bir resim yapmak hiç olmadı resmi ters çevirip ‘ahanda bu açıdan yaptım’ demek en iyisi.

Resim iyidir, ben iyisi mi resim yapayım ama soyut çalışmalar..

Bu yazıyı aşağıdaki resimle bitirmek istiyorum. Kim bilir ressam ne anlatmış? Ama yok üzerine düşünmeyeceğim. Ressamın canı cehenneme.. koymuş renkleri karalamış kağıdı..


14 Aralık 2016 Çarşamba

‘Bir zulme engel olamıyorsanız, onu herkese duyurun’ Hz. Ali




Bu, insanlığın öldüğüne dair bir videodur.




Vicdan: Kişiyi kendi davranışlarıyla ilgili olarak bir yargıda bulunmaya yönelten, kişinin kendi ahlak değerleri üzerinde dolaysız ve kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan, kişiye doğruyu ve iyiyi yapma yükümünü de yükleyen içsel güç.

Merhamet: Bir kimsenin veya bir başka canlının karşılaştığı kötü durumdan dolayı duyulan üzüntü, acıma.

Allah’ım bizlere vicdan ve merhamet ver. 


Allah’ım bizleri vicdan ve merhametten yoksun olanlardan koru.




7 Aralık 2016 Çarşamba

Her azınlık bir gün güçlenir, böyledir bu işler!

Anneeeee çocuklar benimle dalga geçtiiiii…
Geçsinler nooolmuşş?
……….

Anne ya okulda arkadaşım salak dedi.
Desin canım onun demesiyle salak mı oldun?
………

Anne…
Efendim..
Yok bişey…

Küçüklüğümden beri kulaklarımı çevreye tıkayabilen biri olmadım. Bunu söylediğimde ise ‘amaaan boşver, desinler, duymazdan gel, onun demesiyle mi?’ gibi tepkilerle karşılaştım. Bugün bakıyorum da zamanında görmezden geldiğimiz, yok saydığımız ne varsa bugün tamda içerisinde yaşıyoruz. Hatta hatta onlar tarafından yönetiliyoruz. Belki de sıkıntı görmezden gelmekte. Çünkü bir şeyi yok saymak, onu görmezden gelmek kişiye verilebilecek en büyük cezadır. Ve her görmezden gelinen, varlığını kanıtlamak adına bir çabaya girer, çoğu zaman güçlenir ve en sonunda da başınıza bela olur. (Bknz. Ülkenin durumu/Bknz. Terör.)

Bu nedenle ben diyorum ki görmezden gelip, güçlendirmek yerine, rahatsız olduğumuz bir konu var ise bu konudaki fikrimizi beyan edelim. Belki dünyayı değiştiremeyiz ama en azından denemiş oluruz. Üstelik denemesi de bedava.

İşte dünkü yazımı da bu nedenle yazdım. Vur kaç modelinin yayılmış olmasından son derece rahatsızım. Diyeceğini ortaya kusup, karşısındakinin cevabına tahammül edemeden kaçan insan çok fazla. Hal böyle olunca ufacık bir ihtimalin peşine, bir umut düştüm. Yoksa çok umurumda olduğundan yada kahrolduğumdan değil.

Neticede sorularıma bir cevap gelmesi ihtimali düşük fakat yinede ihtimal dahilindeydi. Ve ortada bir ihtimal varsa, olması da mümkündü. En kötü ihtimal yazımı okuyacağı düşüncesiydi ki buna da değerdi.

Yoksa ben bu yazıyı yazanın beni takip ettiğini, muhtemelen kurulan guruplardan birinde bulunduğunu, üstelik kadın olduğunu -ki bundan %100 eminim- (Törpü vazifesiyle sivriltilmiş kelimeler, kağıda bırakılmış ruj izi değil elbetteJ) zaten tahmin ediyorum.
Ama istedim ki kendini bir yerlerde doldurmak yerine gelsin ‘EVET BEN DEDİM’ diyebilsin. Ne olurdu ki deseydi? Hiçbir şey.. Neyse..

Ne demiş Samuel Beckett ‘Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Gene dene, gene yenil. Daha iyi yenil'..

Ben denedim, sizde deneyin derim. Çünkü bu gün görmezden geldiğiniz, yarın hayatınızın zorunlu bir parçası haline gelebilir.

Hepinize sevgilerimi iletiyorum, hoşça kalın.


6 Aralık 2016 Salı

Ben buyum, peki sen kimsin?

Merhaba arkadaşlar,

Şimdi ben bugün biraz kendimden bahsedeyim istiyorum sizlere.. 

Ben baya baya normal, sıradan bir insanım. Sabah kalkarım, işe gelirim, yemek yerim, kızarım, söylenirim, gülerim, ağlarım, eleştiririm, eve dönerim, uyurum, uyanırım falan. Buna ilaveten çok düşünür, bir o kadar yazarım. Yazarken, aman edebi olsun, herkes okusun, Ayşe’ye gönderme olsun, Fatma üzerine alınsın, Ahmet aman ne de güzel yazmış desin diye yazmam. Düşündüğümü yazarım. Yazıya aktardıklarım tam da aklımdan geçtiği sıralamayla satırlardaki yerini bulur. Bir kaygım yok yani yazarken. 

Yada birinin çıkıp ‘Al bu kartı ve Pazartesi görüşmeye gel, seni gazetemde görmek istiyorum’ diyeceği hayaliyle yaşamıyorum. Ha diyeceksiniz ki, sana böyle yapıyorsun diyen mi oldu?? Evet oldu, bu kadarla da kalmadılar. Nasıl net oldu di mi cevabım?? Şimdi madem bana birkaç soru, birden fazla kez soruldu bende toplu bir cevap niteliğinde olması için bu yazıyı yazma gereği hissettim. Evet devam edeyim. Yazı yazarken taslak hazırlamam. Ama yazdığım yazıyı yayınlamadan önce okurum. Bunu yazıya sansür uygulamak için değil, yazım hatası yapmışsam düzelteyim diye yaparım. Zaten sansür uygulama niyetinde olsam başta yorumlar kısmını direk yayınlanabilir olmaktan çıkarırım ve onaylı bir hale getiririm. 

Bunun dışında TC vatandaşıyım. Zamanında göç etmiş ailemle ilgili yazılarımı okuyup, ‘zaten gavurmuşsun’ diyebilecek bir çoğunluğun içerisinde olmadığım için de ayrıca GURUR DUYUYORUM. Bunu diyebilen kişilerin, kökenimi öğrenmek adına girmiş oldukları çabaya anlam veremesem de, tüm yazılarımı okuyup bu kanıya varmalarının bile onlara bir fayda sağlayabileceğini düşünüp, seviniyorum. Ama diyorum ya bu çabaya girmeyi gerektirecek, böylesi bir merak uyandıracak ne var onu da ben merak ediyorum.

Kaldı ki sen bana gavur desen ne olur?
Hadi de, senin demenle gavur olayım.
Ben senden olmayayım da ne olursam olayım. 

Ayrıca Fizan’da yaşamıyorum. İstanbul’da yaşıyorum. İstanbul’un trafiğinden şikayeti Erzincan’dan yada Antep’ten bildiremeyeceğime göre kalkıp ta, kansere çare bulmuş edasıyla ‘Biliyorum İstanbul’dasın’ demek için deha olmaya da ihtiyaç yok. 

Şimdi zeki insan, sana sorularım ve yoruma açık bir blogum var. Rica etsem sende benim sorularımı yanıtlar mısın?

1-Kimsin?
2-Nerede yaşıyorsun?
3-Uyruk nedir? Şaka şaka bana ne, nereliysen nerelisin..
3- (Önceki 3 şakaydı ya o yüzden tekrar 3) Eleştirilerim seni neden gerdi?
4-Beni bulunca ne yapmayı planlıyorsun? 
5-Bu hakkı kimden aldın?

Sorulara bildiklerinden başlayabilirsin. Eğer bu sorulara cevap gelmez ise bir sonraki yazımda bu soruları ben cevaplayacağım. Hadi buda açıktan bir tehdit olsun.

Benden şimdilik bu kadar hoşça kalın.. 


5 Aralık 2016 Pazartesi

Pardon masanızdaki erkeği alabilir miyim? / Sana tuz değil şap lazım.


Kadınları 2’ye ayırıyorum.
1. Kendi halinde, kendi derdiyle, kendi hayatıyla meşgul kadınlar.
2. Plancı, başkalarının hayatlarıyla meşgul, başkasına ait olanda gözü olan, gözü doymayan, göründüğü gibi olmayan sinsi kadınlar. Bu kadınlar öyle sinsidir ki bunları çok iyi niyetli zannederiz çoğu zaman. Öyle iyi zannederiz ki, asla aklımızdan aksi geçmez.

Ve maalesef öyle bir zamandayız ki ikiye ayıracak kadar bile kadın kalmadı. Bu ikinci grup öyle fazla, öyle fazla ki birinci gruba yer bile kalmadı. Nasıl mı? İşte böyle..

Geçtiğimiz hafta sonu sevgilimle yemek yemeğe gittik. Rezerve edilmemiş masalardan cam kenarında olan köşe bir masaya  geçtik. Masalar yan yana dizili olduğundan ve 43 kilo halimle bile zar zor yerime geçtiğimden bitişiğimizdeki masaya şöyle bir gayriihtiyari baktığımda, 1 kadın ve 1 adamın yanı başımızda oturduğunu fark ettim. Bazen birinin ne mal olduğunu anlamak için saatlerce sohbete, yıllarca tanımaya gerek dahi duymazsınız. Komşu masamızdaki kadının 2. Gruba dahil olduğunu anlamam için dahi olmama da gerek yoktu. Anladım, anladım ama bu fikrimi ilk etapta kendime sakladım. Kadını görmeniz lazım. Bir göz süzmeler, bir kırılıp, dökülmeler, bir hallenmeler, bir gülmeler... Üstelik yan gözle diğer masalar ile alakadar olmalar.. ‘Güzel Allah’ım nasıl da istemediğim otlar bitiyor dibimde’ diye düşünürken, masaya meze tepsisinin gelmesi ve yan masadaki adamın tuvalete gitmesi eş zamanlı oldu. Tam sevgilim kişisi mezelere bakarken, yan masadan bir el uzandı tepsiye.. Haydaa….
Bende bir çarpıntı baş gösterdi mi? Evet gösterdi.. Kalp atışlarım hızlanırken, karı (evet bu daha uygun bir kelime) eline patlıcan ezmesini almış, kafasını yana yatırmış, ‘ayyy patlıcan ezmesi çok güzel bundan alın’ demez mi? O eli bileğinden kavrasam, napıyosun sen diye ayağa kalksam olmaz mıydı, olurdu elbette. Hem de çok güzel olurdu da, susup şaraba sarıldım. Sanki orada ben yokum, hoş olmasam ne yazar neyse sinirlendim bak yine, sanki bir bostan korkuluğu varmışcasına, fikir veriyor benimkine.. Neyse diyorum, neyse karı yollu Yağmur sakin ol. Derin bir nefes alıyorum, bu sefer eline karides tabağını almış ‘karideste çok güzel’ demez mi?? ‘Yarabbim sen bana sabır ver’ derken, tepsinin kalkması, karının yanındaki herifin masaya dönmesi bir oluyor. Tabi ben meseleyi çözüyorum kafamda. Çözüyorum da kendimi kontrol etme işi baya sıkıntılı. Neyse ben yan masa hakkındaki fikrimi son derece argo biçimde yaparken, sevgilim yorumlarımı abartı bulup, taktın derken, ‘pardon’ diye bir ses geliyor yan masadan.. ‘Pardon siz Alman mısınız?’
Karının rahat duracağı yok, bana sarıp sevgilimi olaya dahil edecek aklı sıra.. Neyse ki o kafasını çevirip maça bakmaya başlıyor… Bende sabrımla imtihana girişiyorum..
-Siz şimdi iyi bir şey mi yoksa kötü bir şey mi dediniz.. diyerek giriyorum konuya.. Amacım ufak bir kıvılcım, ufacık bir kıvılcım alayım da şu gözümün içine baka baka yanımdaki adama iş atan karının ağzına yüzüne dalayım. İşte böyle zamanlarda içimde bir Sulukule ezgisi yükseliyor. Seda Sayan’ın bir polemiğinde vardı ‘muhatap olurum anacım ben, muhatap olurum seninle’ diye.. İşte öyle bir hal vuku buluyor bende.. Neyse muhabbet sayemde gergin devam edip, diğer masanın defolup gitmesiyle son bulunca şunu düşünüyorum.
Burası içkili bir mekan, ben alkol alıyorum, yandaki mal alkol almış.. Kalkıp masaya salça oluyorsun, o da yetmiyor bana ‘Alman mısın?’ diye soru soruyorsun.. Şimdi ben önümdeki şişeyi elimin tersiyle tutup senin kafana indirsem. O da yetmese üzerine çullanıp sana zarar versem ne olacak?? Sorarım ne olacak???
Bu kadınlardaki fütursuzluğun sonu nereye varacak? Yanında adam var yetmiyor, yan masaya sarkan mı ararsın??
Adamları ayartmak adına kendini gündemde tutan mı ararsın?
Ayrıldığı adama sosyal medyadan hala beğeni atıp ya tutarsa yapan aşağılık kadın müsveddeleri mi ararsın??
Türlü planlarla arkadaş ayağına yatan mı ararsın?? Her türlüsü var arkadaş, her türlüsü var.
Ha şimdi bana kadınlar kötü de erkekler iyi mi diyenler çıkabilir. Onlarda sütten çıkmış ak kaşık değil elbette. Böylelerine fırsat verdikleri için onlar da suçlu. Ama benim derdim kadınlarla, maalesef ki aynı cinsiyetteyiz ya o sebepten sanırım sinirim geçmiyor. Bir şey olduğunda aynı kefeye konuyoruz ya hepimiz, o yüzden derdim bunlarla benim. Utanması, arlanması kalmamış bu ne idiği belirsiz güruh sınır tanımıyor arkadaşlar. Sanki masadaki tuzluğu ister gibi, yanınızdaki adamı isteyecek yüzsüzlüğe sahip bu mahlukların yemeğine tuz değil şap atmak lazım diyorum ben.
Velhasılıkelam Allah bizi bizden korusun. Amin.