1 Şubat 2017 Çarşamba

İŞ YAŞAMI VE SEVİMLİ KARAKTERLERİ...

Malumunuz uzun süredir iş yoğunluğumdan ötürü yazılarımı bir düzen dahilinde yayınlayamıyorum. Vakit kısıtlı, işler yoğun, yazı da beklemeyeceğine göre, özellikle iş yaşamında her an karşımıza çıkan gözlemlerimi sizlerle paylaşmanın tam zamanı. Eminim pek çoğunuz okurken ‘aynen, benimde başıma geldi’ diyebileceğiniz şeyler bulacak, sanki sizi anlatmışım gibi düşüneceksiniz. O halde hadi bakalım, başlıyorum.

İşi bilicen, işe gitmeyecen..

Tembel insan her yüzyılda, hemen her zaman diliminde elbet vardı, bu yeni bir olgu değil. Fakat zaman içerisinde bu durum da evrim geçirdi. Eskiden bilgisiz ve cahil kesimin ağzına sakız olan bu söz dizimi, günümüzde şişirilmiş egoların, mevki sahibi insanların, kolay elde edilmiş varlık sahiplerinin de hayatına dahil oldu. Keşke sözün tam da karşılığını hayata geçirseler, işe gitmeseler, çalışan kesimin gözünün önünde olup, ahkam kesip deli etmeseler diye düşünür olduk.



Siz çalışırken başınızda bekleyen, çalışmadığı halde çalışmanızı beğenmeyen, eksik bulan ama o eksiğin giderilmesi adına çözümü olmayan, çok konuşan hiç iş yapmayan insancıkların arasında kaldık. Eskiden tolere edebildiğimiz bu davranış biçimi yaşam koşullarının değişmesi, zalimin güçlenmesi, ezilenin ezilecek yerinin kalmaması nedeniyle içsel bir isyana dönüştü. Bastırılmış her duygu, her davranış gibi bir yerden patlak verir oldu. Hiç olmadı bizleri sonucu ölüm, nedeniyse strese bağlı hastalık sahibi yaptı.



Sizi köşeye sıkıştırmaya çalışan aklıevvel kesim..

Evet bir de böyle tiplerimiz var iş yaşamında. Bunlarda yukarıda saydıklarımın yaptığını yapar çalışmazlar ama bir farkla, bunlar kendince can alıcı sözler söyleyerek ‘hadi bakalım buna ne cevap vereceksin?’ diye sizi zorlarlar. Çalışmadıkları için vakitleri boldur. Bu vakitleri de kıytırık fikirleriyle ilk fırsatı kollayarak geçirirler. Siniriniz sağlamsa bu kişilere ağzının payını vermek bir süre sonra eğlenceye bile dönüşebilir. O size saldırır, siz onu paket edip geldiği noktaya geri yollarsınız.

Sorumluk alamayanlar / Dönekler..

İnsanı gün içerisinde çileden çıkaran bir diğer konudur sorumluluk sahibi olmayan/olamayan ve lafının arkasında durmayan kesim.. İş verirsiniz yapmaz, yapar yaptığının bilgisini vermez, üzerine alınmaz, bolca ‘ben demedim, bana söylenmedi, haberim yok’ gibi cümleler kurarlar. Kendi hatalarını başkalarına yüklemek gibi misyonları vardır. Azıcık iyi niyetli ve safsanız adam tüm günahını üzerinize yüklemekle kalmaz kendinizi suçlu hissetmenizi bile sağlayabilir.


Bananeciler / Salla başını al maaşını takımı..



Kurdukları cümleler kalıplaşmıştır. 100 metreden kolaylıkla açığa çıkarlar. Ne mi derler?

Valla ben mail attım.
Ben mail attım bir de takibini mi yapacağım?
Eğer ona mail atıldıysa bu kez durum değişir, ‘görmedim, duymadım’ deyiverir.
Ben aradım açmadı, banane..
He der geçerim neticede babamın malı mı?
Arkadaş bana bahsetmedi. Bilseydim hemen gönderirdim şimdi iletiyorum... (müşteri arıyorsa mutlaka bu cümleyi kurarlar.)
Ben gönderdim bilemem gerisini..
Ben mi yapıcam? Ben mi söyleyeceğim? Benim işim mi? v.b. söylemleri vardır.
İtekleyerek, her şeyi tek tek söylemeniz gereken kişilerdir. ‘Anlamadım’ diyerek işin başkasına yaptırılmasını çok güzel sağlarlar. O kadar çok söylenirler ki onların işini yapar duruma gelmeniz kaçınılmazdır.

Tek çözümü çözümsüzlük olanlar..

Genelde yönetici kesiminde bulunurlar. Sıkıntılarınızı aktardığınızda ‘ama sende …. yapıyorsun’ diyerek, size bok atıp işi içinden çıkılmaz bir hale sokarlar. ‘Yapacak bir şey yok’ cümlesi kalıp halini almıştır. Az biraz tahammüllü olduğunuzu sezdiyse tüm özveriyi sizden bekler, zira şikayetinize bulacak tek çözümü sizin sıkıntınıza tahammül etmeniz gerektiğini dikte ederek sağlamasıdır. Bir süre sonra tek çözümün çözümsüzlük olduğunu anlar ve içinize kapanırsınız. O da ‘bana gelmediğine göre yine işi hallettim’ diye düşünüp, egosunu okşar.

Eee saydıklarım gibiler çoğalınca haliyle çalışmak, yine çalışana düşüyor. O halde şimdilik ben işimin başına.. Bu yazıyı çok sevdiğim bir sözle bitirmek istiyorum.

Hepinize HAYIRLI işler dilerim.

5 Ocak 2017 Perşembe

Ne demişler 'Matematikte de olur bazen, değer verirsin yanlış çıkar.'


Bu yazı aşağılık kompleksin ve yüksek egonun sahibi olan herkes için yazılmıştır.

İyi okumalar..

Senin için ‘tavşan boku’ tabiri çok uygun. Çünkü sen, ne akar, ne kokar cinsten bir zat olmanın yanı sıra, genel insani değerlere önem vermeyen, son derece kaba, sığ ve anlama kıtlığı yaşayan birisin. Sen ve senin gibilerin nerede yaşadığını, neden eğitilemediklerini hep merak ettim. Bu merakla aklımı meşgul ettiğime değmez aslında ama ettim. Bunca düşünmenin altından çıkan en net söyleyebileceğim şey, ‘aşağılık kompleks’ oldu.

Aşağılık Kompleks, kısaca kişinin kendini diğerlerinden aşağı hissetmesine neden olan karmaşa ve bu duruma karşı kendini ispat etme çabası olarak tanımlanır. Bunun yanı sıra sen ve senin gibiler kendilerini durmadan birileriyle kıyaslar ve bu kıyas hep hüsranla sonuçlanır. Kendimi bunu senin yüzüne söyleyebilecek yakınlıkta gördüğümden, zaman zaman sana bu konuda da düşüncelerimi aktardım. Bunu yaparken belki üzerine düşünür ve yaptığın yanlıştan dönersin diye düşünmüştüm. Lakin öyle olmadı.. Sana göre sen, olması gerekenden hep daha aşağıdaydın, her şeyin en güzeli, en iyisi senin olmalıydı. Kendine ait olanın dışında ne varsa ona karşı bir imrenme, ona karşı bir istek duydun. Bu isteğine karşılık, çaba göstermek yerine oturduğun yerden hayıflanmayı ise uygun buldun. Oysa komplekslerinden sıyrılabilseydin çok şanslı olduğunu fark edebilirdin. Sağlıklıydın, ailen, işin, paran, evin vardı. Ama sen bunları görmek yerine başkasının konağı, ötekinin Mercedes’i, berikinin cebindeki paraya odaklanmıştın. Her şey üzerinden, hatta kişilerin yaşları üzerinden bile (yaşayacakları süreye kadar) hesaplar yapabiliyor olmansa bana göre en kötü özelliğindi. Sen bunları yaparken, sana hep bu hesaplarının bir gün sana döneceğini, hesap yaptıklarının yaşacağını ancak böyle yaptığın için belki de senin öleceğini bile söylemiştim. Çünkü Allah’ın adalet sistemi senin hesaplamaların gibi değildi. Adildi ve kimseye yaşattığını yaşamadan ölme hakkı tanımıyordu. Böyle böyle geçti günler..

Bıkmadan, usanmadan sana yapman gerekenleri hatırlatıp, yaptıklarının yanlış olduğu konusunda konuştum. Havaya hatta duvara konuştuğumu bile bile anlatımlarımı sürdürdüm. Çünkü sevdiğim bir insandın ve ben sevdiğim bir insanın yanlışını düzeltmek konusunda kendimi sorumlu hissediyordum. Anlayışının kıt, seviyenin müsait olmadığını bile bile sürdürdüm konuşmamı. Geçmişte ayılarla ilgili okuduğum bir kitapta şöyle diyordu, ‘bir ayıyı doğumunda sahiplenip, çocuk gibi baksan, onunla yatıp onunla kalksan da ehlileştiremezsin’. Sen de aynı bir ayı gibi ehlileşmiyordun. Okusan da olmuyordu, anlatılsa da. İyi arkadaşlıklar kursan da değişmiyordun, medeniyetin merkezinde yaşıyor olsan da. Çünkü aşağılık kompleksinle doğru orantılı bir de egon vardı. Ve egon sana ‘sen doğrusun, herkes yanlış’ diyordu. Egon sana bunu söylüyordu ama kimseye bir cevap veremiyor oluşun, insanların söyledikleri karşısında verilecek cevaplarının olmaması seni bir bataklık gibi dibe çekiyordu. Durumundaki bu tezatlığa başlarda duyduğum üzüntü, sonra sonra bu kibirli haline öfke duymama yol açtı. Bilmesen de biliyordun ya her şeyi, o yersiz özgüveninle aklınca kafa tutuyordun ya seni sevdiği için ses etmeyen etrafına, sanıyordun ki bir iş başardın. Oysa günün sonunda sende biliyordun bir bok halledemediğini de neyse..

Konuşarak anlatamadığımı, yazarsam ve okursan anlarsın gibi ütopik bir düşünceye kapıldım. Yada öyle olmasını umdum diyelim. Diyelim ama sonuç elbette ki değişmedi. Anlamadığın gibi bir de beni düşman bildin. Hoş senin beni bir şey bilmenin de bir kıymeti harbiyesi yok. Verilecek bir cevabın olmadığı için küsmen, çocuk gibi sırt çevirmen, iki kelam edecek, tartışacak bilgiye sahip olmamandır seni bu noktaya getiren. Körü körüne sarıldığın cehaletin seni ancak bulunduğun noktadan eve götürür. Başka bir yere varamazsın sen. Şimdi ben artık seninle ve senin gibilerle muhatap olmayacağım. Çünkü gerek zamanım, gerekse hayatım senin varlığına kıyasla çok değerli.

Bugün bir kez daha fark ettiğim korkaklığın, tedirginliğin ve her şeyin arkasına sağlam duvarlar gibi ördüğün saygısızlığın sebebiyle sana saygı duymuyorum. Seni olduğun gibi görmek, yani o zavallı halinle kabullenmek en büyük ceza. Kaldı ki sen bunu dahi fark edemeyecek sığlıkta ve kör cahiliyettesin. Neyse.. Kelimeleri heba etmem yalnızca duygu ve düşüncelerimi paylaşma isteğimden ötürü yoksa zerre değerin yok.

Karşıma geçtiğinde sana ‘ciddiye alınacak adam değilsin’ diyeceğim güne dek nasılsan öyle kal zaten istesen de değişecek yetin yok.