23 Haziran 2014 Pazartesi

Neden

http://youtu.be/EPK4INpXBkI

Kokular...

Eve girerken aldığım koku...
Bundan 1 sene evvele götürdü...
Hemen odaya gelip başladım yazmaya. Yıkanmış çamaşır kokusu, elbet 1 yıldır ilk kez çamaşır yıkanmıyor evde. Lakin bu seferkinin kokusu aynı o günkü gibi. Annem yumuşatıcıyı değiştirmiş olmalı. 1 hafta aradan sonra işten eve geldiğimde bu koku vardı. Annem ne var ne yok yıkamıştı. Günlerce çıkmadığım odayı havalandırmış, belki yıkadıkça rahatlamıştı. Ağlamaya başlamıştım odaya girdiğimde. Herşey yıkansada hiçbirşey değişmediği için mi bilmiyorum. Aynı hissiyat aynı kokuyla karşılayınca kapıda korktum. Her korkuda olduğu gibi en iyi sığınağıma, yazıya koştum. Çağrışımlar korkutur beni, hep korkuttu.  Bugün bir arkadaşım amma korkusuzsun dedi, güldüm. Tanımıyor beni, ne denli ödlek ne denli korku sahibi olduğumu bilmiyor. Bir bakıma da hoşuma gitti. En azından birileri bu şekilde düşünüp bu zayıflığımdan faydalanamaz diye düşündüm. Neyse biraz konuyu biraz da kafamı dağıtayım. Öyle yorgunum ki.... Gözümü kapatsam uyurum o derece. Kafa yorgunluğuma bedensel de bir yorgunluk eklendi... ayaklarım öyle acıyor ki...fiziksel acılar... Fiziksel her acı, ruhsal sıkıntıya iyi gelir. Kötü olan ne varsa alır götürür zihinden, bir anda kendine getirir. Mesela bir tokat. Sanki kafanın içinde dağınık duran ne varsa yerli yerine koyar. Üstelik fiziksel her acı geçer, en güzel yanıda budur. Elini kesersin geçer, bacağın kırılır geçer... Ağrır ağrır geçer gider. Bunları yazarken aklıma yıllar evvel olmuş birkaç olay geldi. Sofradaydık, yemek yiyiyorduk. Tutturdum İzmir'e gideceğim diye. Normalde babam karışmaz arkadaşlarıma, o mevzulara annem bakar bizim evde. Neyse o gün farklı birşey oldu. Babam gidemezsin dedi. Giderim, gidemezsin derken elimdeki bardağı nasıl sıkmışsam avucumda paramparça oldu. Koca bir sessizliğin ardından kendime gelmiştim. İzmir'e gitmedim. İyi ki de gitmemişim. O gün çok mühim olan bu olay şimdi düşününce ne kadar da saçma. Hep böyle şeyler düşünerek rahatlatmaya çalışırım kendimi. Sıkıldığımda, üzüldüğümde geçmişte çok üzüldüğüm, çok sinirlendiğim anları düşünürüm bazen geçer sıkıntım bazen de başarılı olamam kendimi kurtarmada. Bazen ne düşünüyorum biliyor musun? Hani ben kendi kendime konuşuyorum ya.. İyi ki varım diyorum, iyi ki durmadan konuşan ve beni bırakmayan bir iç sesim var. Ya o da olmasa? Yok yok bunu düşünmek istemiyorum. Fazlasıyla tek başımayım bir de konuşmasam.. Neyse yoruldum. Yazarken aklıma gelenler 2 satır yer tutsada düşünmek yoruyor..
Şimdilik bu kadar... Yarın mutlu bir gün olsun.. Olur mu ne dersin Sebastian?

2 Haziran 2014 Pazartesi

Emre ve Tuncay amca...

Güzelim tatilin ardından felaket başlayan ve felaket biten bir gün yaşadım...
Bu felaketin içerisinde güzel bir aile tanıdım. Bu güzel aileyi hafızama kazımanın yanısıra kelimelerin büyülü dünyasına hapsetmek istedim. İşte bu yüzden bu yazımı hiç okumayacak olan iki insan için yazıyorum.

İşkur'da engelli görüşmemiz vardı. Yoğun bir kalabalık, gelenler gidenler, benim iş olur mu diye soranlar... Derken masaya bir kadın yanaştı.. Ardında güleç bir çocuk ve yanında yine en az onun kadar güleç bir adam. Oğlumla da görüşür müsünüz? Dedi kadın. Tabi dedim gülerek. Derken o güleç adam atıldı, oğlum çok akıllıdır, bilgisayar bilir, daha önceki firması taşınmayaydı pek severlerdi oğlumu.. Gel bakalım dedim oğluna, gel bak baban ne güzel şeyler söylüyor, sana form vereyim doldur olur mu? Yazmaya pek istekli değildi. Yazarsın sen diyerek verdim kağıdı önüne. Zar zor özene bezene yazmaya çalışırken adını, babası övdü durdu oğlunu. Zihinsel engelliydi Emre. Bir çok sağlam insandan akıllı, terbiyeli, öyle güler yüzlü öyle güzel bir çocuk. Görüşmeye götürelim dedim arkadaşıma. Derken bir başka engelli geldi epilepsisi varmış. Yazmış forma diye bir daha sormadım nede olsa biliyorum ne olduğunu. Görüşmeler bitince Emre, babası Tuncay amca ve epilepsi olan İsmail ile beraber 2. Görüşmenin yapılacağı yer için yola çıktık. Arada göz ucuyla arkaya baktığımda Emre'yi gülerek babasına bakarken görüyordum. İsmail sorular soruyordu. Bende ona sormak istiyordum. Ne sıklıkla kriz geliyordu, aklım bu soruda olduğu halde onu teleşlandırıp bir krize sokmamak adına sormadım hiçbirşey.

Görüşmenin yapılacağı alana geldiğimizde Tuncay amcayla uzun uzun konuşma fırsatım oldu. Daha çok dinleyerek geçirdiğim bu süre zarfında 3 çocuğunun olduğunu, 2 çocuğunun herhangi bir rahatsızlığının olmadığını ama onu çok üzdüklerini hala da üzmeye devam ettiklerini anlattı. Emre zihinsel engelli ama onlardan akıllı dedi. Emre'ye bir araba almış, Emre kullanamıyor ama ona bırakacağım, evimde onun, herşeyim onun dedi. Zaman zaman doldu taştı gözleri... Ah kızım ne çektim diğer çocuklarımdan diye dertli dertli anlattı durdu. Bana ve annesine birşey olursa Emre ne yapar diye öyle endişeliydi ki... O sıra çaldı telefonum. Korktuğum başıma gelmişti. Görüşmede İsmail'in üzerine gitmişler o da krize girmişti.. Tek merak ettiğim Emre'nin korkup korkmadığıydı. 5 atak geçirdi İsmail. Lanet olası ülkemin lanet olası ambulansı 1 saat sonra geldi. Korkarak geldi Emre yanıma. Korktuğu belli olmasına rağmen korktun mu diye sordum. "Korktum abla, çok korktum" dedi. Babası hemen su içirdi oğluna. Elinden tutup yanıma oturttum Emre'yi. Onu neşelendirmek için uğraştım durdum. Ambulans gelip biz çıktıktan sonra yolda sordu babası "sonuç ne zaman belli olur?"."Olmadı Tuncay amca" dedim. Emre baba ne olacak şimdi diye telaşlanınca döndüm arkaya. Dolu doluydu Tuncay amcanın gözleri 'ben varım oğlum sen düşünme' diye sarıldı oğluna... Tutamadım kendimi camı açtım dışarı baktım gözümden akan yaşlara engel olmaya çalışarak sıktım kendimi.. İnerken araçtan ısrarla evlerine davet etti Tuncay amca. İnşallah bir gün diyerek uğurladım onları..aklımda oğlu yalnız kalır diye ölmekten korkan bir adam ve babasına birşey olursa diye korkudan ölen bir çocuk kaldı..

Dilerim Allah sizi birbirinizden hiç ayırmasın!